Gönderen Konu: MILDEN (Milli denizaltı projesi)  (Okunma sayısı 45439 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Afşar1

  • DefenceTurk
  • *
  • İleti: 450
  • 30
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #10 : 06 Kasım 2018, 14:24:22 »
Son paragraf dolayısıyla ekliyorum...

Melez Atomik HBT: VAU-6

Seyir Defteri   - Askeri Teknoloji

Cumartesi, 27 Ekim 2018

Proje 651 üzerinde VAU-6 HBT1959 civarında, TsKB-16 (Malachite) tarafından tasarlanan Proje 629 (Nato tanımlası Golf) Sınıfı Sovyet konvansiyonel balistik füze denizaltısının etkinliğini hızlı bir şekilde arttırabilmek amacıyla, üzerine yeni bir yardımcı güç birimi ilâve etmek sûretiyle ortaya çıkartılan Pr. 629M'nin ön tasarımı tamamlanmıştı.

Fakat daha sonra Proje 629M tasarım safhasında terk edilince, bu çalışmada geliştirilmekte olan nükleer çözümün Proje 651 (Nato tanımlaması Juliett) üzerine uygulanmasına karar verildi. Böylelikle ABD ile yaşanmakta olan askeri teknoloji yarışında görece kolay, ucuz ve hızlı bir gelişme elde edilebilmesi umuluyordu.

TsKB-181 (Rubin) [1] tarafından 1959'da tasarımı tamamlandıktan sonra hızla başlatılan üretim programı ile 16 adet inşa edilerek 1963-1968 arasında donanmaya teslim edilen Proje 651 Sınıfı denizaltıların [Resim.1] görevi, keşif uydularından alınan konum bilgileri doğrultusunda taşıdıkları uzun menzilli seyir füzeleri ile ABD uçak gemisi görev kuvvetlerine saldırmaktı.

İlk beş Proje 651 kısmen nâmanyetik çelik ile inşa edildiyse de yaşanan kaynak korozyonu kaynaklı sorunlar sebebiyle daha sonraki araçlar üzerinde sadece ferromanyetik çelik kullanıldı. Yedinci denizaltıdan itibaren de gövde üzerinde 50mm kalınlığında ses-emici kaplamalar uygulanmaya başlandı.

Juliett'lerin ilk üçü üzerinde Kurşun-Asit yerine çok pahalı ama son derece etkin Gümüş-Çinko aküler kullanıldı ve bu aküler ile denizaltı sualtında saatte 17,5mil sürat ile 1,5saat ve iktisâdi sürât ile ise (~2,8mil) 12 gün kadar kesintisiz seyir yapabiliyordu ki bu yetenek dördüncü gemiden sonra kullanılmaya başlanan 4x112 adet 60CM-2 Kurşun-Asit akünün sağladığından neredeyse üç kat kadar daha yüksek bir seyir sığası anlamına gelmekteydi.

Fakat bu seviyedeki bir sualtı seyir yeteneğinin 1960'ların görev ihtiyaçlarına ve tehditlerine karşı bile yetersiz kalması donanma çevrelerinde ciddi bir endişe kaynağıydı. 1960'ların ortasına gelindiğinde, daha önce Proje 629M ile yarım kalan yardımcı güç birimi faaliyetlerine devam edilmesine karar verildi ve çalışmalar tekrar başlatıldı. Proje 651E olarak tanımlanan yeni çalışma ile TsKB-112 (Lazurit) görevlendirildi.



Sovyet Proje 651 SSG'sinin Boyuna Kesiti

Resim.1) Sovyet Proje 651 Sınıfı (Nato tanımlaması Juliett) SSG'nin2 boyuna kesiti.[1]
1963-68 arasında toplam 16 tanesinin SSCB donanmasına teslim edildiği, dalışta 4.130tonluk bu dizel-elektrik denizaltılar 1940'ların meşhur alman Tip-21 tasarımının büyütülmüş bir türevi olarak da kabûl edilebilir.



Hedef mevcut konvansiyonel denizaltılar üzerine kolayca ilave edilerek onların yeteneklerini belirgin seviyede iyileştirebilmekti. 1965-67 aralığında Nikiet3 [2] belirlenen ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirilecek ve VAU-6 olarak adlandırılan donanımın teknik tasarımını tamamladı.

1967-69 döneminde VAU-6S tanımlamalı prototipin geliştirme çalışmalarının tamamlanmasından sonra 1970-72 arasında özel bir kara tesisinde sistem kuruldu ve işletme denemeleri başlatıldı. Doğal olarak bu yeni tasarımda çeşitli teknik zorluklar ve sıkıntılar da yaşandı ve geliştirme çalışmaları beklenenden uzun sürdü ve ancak 1980'lere gelindiğinde tasarım yeterli olgunluk seviyesine ulaşabildi.

Gecikmenin temel sebebi bu kadar küçük bir atomik güç kaynağı inşa edebilmenin zorluğuydu ve çözüm ancak bir Kaynar Su Reaktörü kullanmakla mümkün olabildi.



Kaynar Su Reaktörü
İcat edildiği günden bu yana geçen sürede enerji üretmek amacıyla muhtelif türde atom reaktörleri geliştirilmiştir ve yeni yaklaşımlar üzerinde de halen çalışılmaktadır. Karaya kurulu enerji santralleri ele alınırsa, kullanılan soğutucuya göre mevcut türler için:

Basınçlı Su Reaktörleri (%65)
Kaynar Su Reaktörleri (%17)
Sıvı Metal Reaktörleri
Gaz Reaktörleri
Erimiş Tuz Reaktörleri
şeklinde bir sıralama yapılabilir. Parantez içindeki değerler, bugün için dünya üzerinde işletilmekte olan 453 nükleer santralin çok büyük bir bölümünün Basınçlı Su türünde olduğunu, ikinci en yaygın türün ise Kaynar Su olduğunu ifade etmektedir. Ülkelere göre eğilimler de değişiklik gösterir, örneğin kara konuşlu uygulamalar için ingilizler Gaz, japonlar ise Kaynar Su türü reaktör teknolojilerini tercih etmektedir, mesela Fukushima Daichi de Kaynar Su temellidir...

Gemi ve Denizaltı uygulamalarında bugün için dünya denizlerinde yüzmekte olan atom reaktörlerinin tamamı Basınçlı Su türüdür. Uzun zaman önce hizmet dışına çıkartılan Proje 705 Sınıfı Sovyet denizaltıları üzerinde tercih edilmiş olan Sıvı Metal (Kurşun-Bizmut) soğutmalı reaktörler de deniz uygulamaları için ikinci önemli türdür ve bugün için terk edilmiş olsa da Çin merkezli bâzı çalışmalar olumlu bir şekilde ilerlerse yakında Sıvı Metalin tekrar denize dönebileceği tahmin edilmektedir.

Bu yazıya konu olan VAU-6 ise bünyesinde bir Kaynar Su reaktörü barındırıyor olmasıyla günümüze kadar bu türün denizde kullanılmasına ait tek numune olması açısından da son derece önemlidir.

Kaynar Su reaktörleri doğrudan çevrim ile yani soğutucu olarak kullanılan saf suyun reaktör çekirdeğinin içinden geçtikten sonra oluşan buharın doğrudan türbine gönderilmesi esasıyla çalışır. Bu sayede, örneğin bir Basınçlı Su reaktörüne göre daha küçük, hafif ve düşük maliyetli bir çözüm oluşturabilir çünkü basınç kazanı, ısı değiştirici vs. ile bütün bu ilave dolaşımları sağlayan karmaşık tesisatlara ihtiyaç kalmaz. Ama diğer taraftan türbin devresi radyoaktif maddelere doğrudan temas edeceğinden ilave bazı koruma önlemlerine ihtiyaç duyulur vs.



VAU-6
Kara temelli VAU-6S üzerinde kapsamlı ve zaman alıcı ar-ge çalışmaları devam ederken 651E üzerine uygulanacak gerçek VAU-6'nın nihâi tasarımı da tamamlandı. Ortaya çıkan donanım [Resim.1] denizaltının kıçaltına haricî bir silindirik/konik bağımsız mukavim bölme içine yerleştirilecek tam otomatik çalışan bir atomik enerji kaynağıydı. 6,5m uzunluğunda ve 2,9m çapındaki yapı toplam 70ton ağırlığındaydı ve denizaltının azami dalış derinliğiyle de tamamen uyumluydu.

Bu kadar küçük, göreceli ucuz ve karmaşık olmayan bir enerji üretme sistemi hedefine ulaşabilmek de ancak Kaynar Su reaktörü merkezinde bir sistem tasarlamakla mümkün olabilmiştir.

1978'de, Pr. 651 Sınıfının 1965'de donanmaya teslim edilen dördüncü gemisi dolayısıyla nâmanyetik dış cidara ve Kurşun-Asit akülere sahip Kuzey Filosundan K-68, yardımcı atomik tahrik birimi VAU-6'nın yerleştirilmesi için seçildi.

Tersaneye alınan denizaltı üzerine oldukça uzun bir bakım çalışması uygulandı; mevcut dış cidar kaplaması tamamen değiştirildi, torpil kovanları onarıldı, direkler söküldü vs. buna rağmen pek iyi durumda olmayan dizeller değiştirilmedi.

Ve nihayet [Resim.2] üzerinde görülen 6,5m uzunluğundaki deneysel atomik HBT de denizaltı üzerine yerleştirildi. Öngörülen reaktör ömrü 12.000saat ve sistemin tam yükte arızasız devamlı çalışma süresi 2.000saat idi.



Melez Atomik HBT: VAU-6

Resim.2) Melez Atomik HBT: VAU-6.
Sistem mevcut Pr.651'in kıçaltında, haricî ve bağımsız bir silindirik/konik hücre içine yerleştirildi. Bu bölme denizaltının azami dalış derinliği ile uyumluydu.
Aynı zamanda ihtiyaç halinde denizaltıdan hücreye geçiş de bir kaporta (5) üzerinden mümkündü.
Temel donanımları açıklamak gerekirse:
1 - Reaktör, 2 - Kurşun koruma katmanı, 3 - Buhar türbini, 4 - Jeneratör
5 - Kaporta, 6 - Yoğuşma kabı, 7 - Koruma birimi, 8 - Reaktör kazanı



Yerleşim ve bakım kolaylığı amacıyla reaktör bölmenin kıçına, darbe emici esnek takozlara bağlı turbojeneratör ise vasata yerleştirildi. Reaktör ve türbin arasındaki mesafe 700mm'ydi. 5MW ısıl gücündeki reaktör 30-35bar basınç altında kararlı bir şekilde çalışabiliyordu. Tek mil üzerinde iki kademeli türbinin tahrik ettiği 3-fazlı 400Hz alternator 600kW üretmekteydi ve aynı mil üzerinden güç alan 8.000devir/dak ile çalışan bir besleme tulumbası mevcuttu.

1984 yazının sonlarına doğru denizaltı tekrar denize indirildi. 1985'de seyir tecrübeleri başladı. VAU-6 ile denizaltı saate 6mile varan seyir süratlerini idame ettirebiliyordu. İlk denemelerde ciddi bir sıkıntı yaşanmadı ve ortaya çıkan tek sıkıntı 25°'yi aşan meyillerde otomatik acil durum koruma sisteminin devreye girmesiydi bu şartlar sert deniz koşullarında denizaltı satha yükselirken meydana gelmekteydi.

1987'de önce Kuzey Denizinin soğuk şartlarında ve sonra orta Atlantiğin sıcak sularında seyir tecrübeleri başarıyla gerçekleştirildi ve Ağustos 1987'de de K-68 ilk askeri göreve çıktı. Fakat kısa bir süre sonra SSCB çökünce bu çalışmanın devam ettirilmesini sağlayacak maddi kaynaklar ortadan kalktı ve artık idame ettirilemeyen K-68 1993 itibarı ile hizmetten alınarak geri dönüşüm için sırasını beklemeye başladı.

Yine de VAU-6 ile kendini ispatlayan bu küçük ve melez nükleer HBT kavramının dizel-elektrik denizaltı teknolojine yapabileceği katkının önümüzdeki dönemde Çin başta olmak üzere bazı yeni gelişmelere işaret ediyor olmasını gözden kaçırmamak gerekir ki yakında bu konunun da ele alınması düşünülmektedir...

Türkiyenin neden ciddi bir şekilde denizaltılar için nükleer tahrik seçeneklerine yönelmesi gerektiğini gösteren bir numune olarak melez atomik havadan bağımsız tahrik sistemi VAU-6 bile yeterlidir. Tip214 üzerindeki %100 dışa bağımlı, fâhiş fiyatlı ve işletme maliyetli, yetersiz performanslı, büyük ve ağır HBT donanımı belki 300 saat boyunca ancak 240kWsaat güç üretebilirken, 1970'lerin teknolojine sahip VAU-6 kabaca eşdeğer ağırlıkta bir donanım ile aylar boyunca kesintisiz 600kWsaat üretebilmekteydi.

http://uskudar.biz/askeri-teknoloji/melez-atomik-hbt-vau-6

Çevrimdışı Afşar1

  • DefenceTurk
  • *
  • İleti: 450
  • 30
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #11 : 06 Kasım 2018, 14:26:40 »
Milli Denizaltı: MİLDEN - Tahrik

Seyir Defteri   - Savunma Sanayii

Çarşamba, 08 Şubat 2017

AtomAşikâr olduğu üzere, bir süredir bahsi geçen ve MİLDEN olarak adlandırılan Milli Denizaltı projesinin tasarım kavramı üzerinde konuşulması gereken çok sayıda hassas ve birbirinden önemli husus mevcuttur. Ama diğer taraftan bu konuların Türk denizcilik camiası tarafından değerlendirilmesi ve tartışılması imkânları, ülkenin ve Türk milletinin hem kısa hem de uzun vadeli çıkarlarının korunabilmesi ve hatta bekâsı için son derece elzem olmasına rağmen, kalın bir perde ve derin bir sessizlik altındadır.

Her ne kadar Reis Sınıfı denizaltı projesi bile yaşanan büyük gecikmelerden sonra henüz başlayabilmiş ve tamamlanabilmesi için daha uzun seneler gerekli olsa da sonraki çalışma olacağı söylenen MİLDEN için mevcut şartlarda gerçekten-milli bir çözüm için yeterli zaman kaldığını ifade edebilmek de pek kolay değildir. Tabii burada asıl mesele söz konusu projenin gerçek muhteviyâtı ve ayrıca bakış açıları ile alâkalıdır.

Garip bir şekilde, Türkiye'de insanların milli kavramından ne anladıkları veya anlamak istedikleri aslına bakılırsa olmaması gereken ölçüde büyük sapmalar gösterebilmektedir ki bu şartlarda doğru bir neticeye ulaşabilmek de son derece zor bir durum haline gelmektedir. Yukarıdaki sebeplerle, MİLDEN'i hiç olmazsa birkaç bölümden müteşekkil olarak bugünden kısaca değerlendirmek yoluna gidilmeye çalışılmaktadır, tamamen ve kesinlikle beyhude bir çaba olduğu bâriz olsa bile...

Yazının ilk bölümünde, meselenin en temel noktası olan mukavim tekne malzemesi, içinde bulunduğumuz nâhoş durum açısından ele alınmıştı ki orada da bahsedildiği üzere; ortada milli çelik olmadan, zaten milli bir denizaltıdan bahsetmek tamamen hayâl ürünüdür! MİLDEN'in mühendislik ve tasarım açısından değerlendirilmesi hususunun daha sonraki bir zamanda, muhtemel üçüncü bölümde ayrıca ele alınması düşünülmektedir.

Şimdi bu ikinci bölüm için seçilen konu ki çelikten sonra söz konusu denizaltı projesinin başarısı üzerinde en önemli değişken olarak görüldüğü için böyle bir tercih yapılmıştır; MİLDEN'in tahrik sistemi seçimi hakkında olacaktır.

Bugün için MİLDEN tasarımının ilk gemisinin 2030-2035 aralığında hizmete girebileceğini öngörebilmek mümkündür. Bu durumda kabaca 2035-2070 döneminde hizmet etmesi düşünülen bir denizaltının söz konusu olduğu anlaşılabilir. Belirtilen bu zaman dilimini iyi anlayabilmek, gelecek nesil bir yeni denizaltının tasarım kavramının doğru bir şekilde oluşturulabilmesi açısından son derece önemlidir.

2035 sonrası için şimdiden öngörülebilen muhtemel DSH1 teknolojisi ilerlemeleri, harekât ihtiyaçları ve düşman donanmaların ulaşabilecekleri güç seviyeleri gibi kavramlar göz önüne alındığında MİLDEN'in nasıl bir tasarıma ihtiyaç duyacağı da kendini belli etmeye başlar. Bu ihtiyaçların içinde kesinlikle en önemli değişken diğer bazı hassas tasarım ihtiyaçları üzerinde de doğrudan etkisi olan; Tahrik Sistemi olarak öne çıkmaktadır.

Öncelikle inşa faaliyetlerinin sürdürülmekte olduğu Reis Sınıfı denizaltıların tahrik sistemi bileşenlerini kısaca hatırlatmakta fayda var:

İki adet dizel-elektrik jeneratör (MTU-Siemens/Almanya)
648 adet2 kurşun-asit akü (Exide/Almanya-Türkiye) [NaS akü iddiası da var ama şüpheli!)
Bir adet DC elektrik motoru (Siemens/Almanya)
İki adet BZM-120 yakıt hücresi (Siemens/Almanya)
Dahili sıvı Oksijen sarnıçları (Almanya-Türkiye)
Harici metal-hidrat Hidrojen sarnıçları (Almanya)
Ayrıca donanmamızın elinde mevcut bulunan bütün denizaltılar da yukarıda sıralanan son maddedeki Yakıt Hücresi sistemi hariç olmak üzere, motor/akü güçleri ve sayılarındaki küçük farklar dışında, köken ve teknoloji olarak tamamen eşdeğer bileşenlere sahiptir.



Reis Sınıfına dönersek, bu denizaltı tasarımının zaten bilinen mühendislik sıkıntıları mevcuttur ve ayrıca genel anlamıyla konuşulduğunda ve bu tasarım ödenen bedel ile orantılı olarak değerlendirildiğinde, başarısız ve yetersizdir; mesela toplam hidrodinamik değerlendirme açısından Tip214, çok daha eski olan Tip209'un bile gerisinde bir araçtır. Çok satılmış olması Tip214'ün değil ama alman düzenbazlığının üstün başarısını(!) göstermektedir.



En azından günümüz için konuşulan durum ne yazık ki MİLDEN'in de tamamen yukarıdaki tahrik sistemi bileşenlerine sahip olacağı yönündedir. İdâri yapı, bu bileşenlerin Türkiye Cumhuriyeti nezdindeki durumunu sanki anayasanın değişmez maddesi gibi bir muameleye tâbî tutagelmektedir: Deniz Kuvvetlerinde alman MTU/Siemens kökenli donanımların yerine başka bir seçenek tercihi adeta teklif dahi edilemez(!) hükmündedir. Tabii ki bu durumun sebebini günlük siyasi hareketlere bakarak anlayabilmek de mümkün değildir ve bu düzenin asırlık çok sağlam köklerini doğru bir şekilde kavrayamadan Türk milletinin çıkarlarını korumak amacıyla derdimize bir çare bulabilmek de imkân dahilinde olamaz.

Havadan Bağımsız Tahrik (HBT) sistemi Türk Donanmasının ihtiyaçları açısından bugün için bile kesinlikle çok büyük bir gerekliliktir ve haliyle gelecekte de böyle olacaktır. Tabii bu durumda önce "Nasıl bir HBT?" sorusuna doğru cevap verebilmemiz gereklidir. İlk olarak, kullanabileceğimiz muhtelif HBT çözümleri için göz önüne alınması gereken başlıca dört önemli kavramı, Reis Sınıfı denizaltılarımız üzerinde hizmete girecek alman HBT sistemini temel alarak, kısaca değerlendirmeye çalışalım:



Millilik ve Bağımsızlık
PEM türü bir Yakıt Hücresi olan ve BZM-120 olarak adlandırılan sistemin milliği diye birşey zaten söz konusu değildir. Ama dahası Türkiye büyük paralar verdiği bu sisteme en ufak bir müdahalede bulunma hakkına bile sahip değildir ve sistemin bakım için dahi belli aralıklarla sökülüp Almanya'ya gönderileceği açıklanmış bir bilgidir. Ayrıca metal-hidrat temelli Hidrojen saklama sistemi için de mutlak bir dış bağımlılık söz konusudur. Velhasıl mevcut HBT çözümü ne milli ne de yerli değildir ve daha kötüsü %100 gibi kabûl edilemez bir dış bağımlılığa sahiptir; üstelik de açıkça Türk milletinin gelmiş-geçmiş ve gelecek en büyük düşmanı olan bir millete!



Güç üretim yeteneği
Herbir Reis Sınıfı denizaltı üzerinde toplam 240kW gücünde iki adet yakıt hücresi mevcuttur. Bu güç, değil geleceğin bugünün harekât ihtiyaçları için bile yeterli kabûl edilemez! Şunu unutmamak lâzım; harekât ihtiyaçları ülkelere göre büyük farklılıklar gösterir. Mesela Portekiz donanmasında da aynı denizaltı ve HBT sistemi kullanılıyor gibi bir mantıkla düşünmek aslında çok sığ bir yaklaşımda bulunmak olur. Oysa görünür gelecekte Portekiz'in savaşacağı herhangi bir muhtemel düşman mevcut bile değildir, Portekiz gibi ülkelerin böyle alımlar yapması sadece arpa paylaşımı içindir, savaşmak için değil.

Ama Türkiye için durum tamamen farklıdır ve Türk denizaltılarına gerçekten ihtiyaç duyduğumuz o gün geldiğinde Akdeniz üzerinde, büyük ölçüde hava-uzay üstünlüğüne sahip olacak bir düşmanla çatışacağız ve işte bu şartlar altında böyle bir HBT yetersiz kalacaktır... Velhasıl Milden için çok daha iyisine ihtiyacımız olduğu kesindir ve aslında bu durum Reis Sınıfı için bile geçerlidir.



İnşa maliyeti
İnşa maliyeti de doğal olarak gayet önemli bir değişkendir, özellikle de Reis Sınıfında olduğu gibi ortada gerçekten-milli bir katkı mevcut değilse. Bu durumda başlangıç olarak yine Reis Sınıfı denizaltılara müracaat etmek uygun olur. Geçen sene bu denizaltılar üzerinde bize satılan HBT sisteminin maliyetinin hesaplanması hususu ele alınmıştı ki ayrıntıları merak edenler için oraya bakmak uygun olabilir. Sadede gelirsek, Reis Sınıfı her bir denizaltımız üzerinde bulunacak olan ve toplam 240kW gücündeki bir tek HBT sistemine ödediğimiz bedel yaklaşık olarak:

185.289.351 dolar
gibi inanılmaz bir maliyete sahip görünmektedir. Üstelik ödenen bedele rağmen cihaz üzerinde hiçbir tasarrufumuz olmadığı gibi, en önemli sistem bileşenlerinden metal-hidrat temelli Hidrojen sarnıçlarının teknolojisi daha hizmete girmesine yıllar olmasına rağmen şimdiden eskimiştir! Bu sarnıçlar eğer milli bir çözüm olsaydı biraz eski bir teknolojiye sahip olması kesinlikle dert değildi ama ödediğimiz bedele ve dış bağımlılığa bakınca böyle iyimser düşünebilir miyiz?



İşletme maliyeti
İnşa maliyetini kabaca hesaplayabilmiş olsak bile işletme maliyeti için aynı şeyi yapabilmemiz eldeki verilerle mümkün değildir. Ama kurulmuş bulunan asırlık düzenin bir yansıması olarak bunun hayal gücümüzün ötesinde yüksek bir maliyetinin olacağını da tahmin edebilmekteyiz. Yukarıda da yeri geldikçe değinildiği üzere söz konusu sistem %100 oranında dışa bağımlıdır, bunun yanında Hidrojen saklama sistemi de hem eski hem de pahalıdır, sonuçta aldığımız birinci nesil yakıt hücresidir ve almanlar ikinci büyük vurgunu işletme maliyetleri üzerinde yapacaklar şeklindeki öngörü mantıksız da değildir.



Fakat işin daha kötü tarafları da var. Bunların başında ayrıntıları henüz resmen açıklanmamış olsa da MİLDEN için de yine BZM-120 temelli bir PEM3 yakıt hücresinin, 21.yüzyılda başarıyla üzerimizde tatbik edilegeldiği şekliyle, muhtemelen bazı parçalarının Türkiye'de birleştirilmesi suretiyle, her zaman olduğu gibi, teknoloji transferi ve milli çözüm palavraları ile birlikte ve alman derin devletinin güdümündeki yaygın yerli medya tarafından da başarıyla desteklenerek, kullanılması olacak gibi görünüyor ki bu yöndeki bir yol haritasının varlığından seneler önce bile bahsediliyordu.



Gerçekte Nasıl Bir HBT'ye İhtiyacımız Var?
Evet son günlerde bir şekilde su yüzüne çıkan ve milli bir çözüme dayanma ihtimali söz konusu olan (en az iki farklı) bazı yerli HBT çalışmaları da mevcuttur ve bu çalışmalar son derece önemlidir. Fakat uzak geçmişe ve yakın geçmişe bakıldığında, söz konusu çalışmalar alman çıkarlarıyla çelişir seviyeye ulaştığında, bu projeleri nasıl bir akıbetin bekleyeceği de az çok tahmin edilebilmektedir.

Çünkü asıl mesele hiçbir zaman herhangi bir mühendislik ürününün Türkiye'de özel teşebbüs veya devlet imkânları ile tasarlanıp üretilebilmesi olmamıştır. Bu topraklarda her neye ihtiyaç duyulursa bunu tasarlayıp üretebilecek insan gücü daima mevcut oldu ve dolayısıyla gerçekten-milli bir HBT sisteminin de bu doğrultuda üretilememesi için hiçbir teknik sıkıntı mevcut değildir ama zaten eskiden de değildi ki, peki sonuç? Sıkıntı tamamen daha başka bir yerde ki bizim baktığımız orası değil...

Günümüzde kullanılan ve geliştirilmekte olan bütün konvansiyonel HBT sistemleri, performanslarını sınırlayan ve aşılması mevcut teknolojilerle kısa vadede mümkün görülmeyen bazı ciddi teknik darboğazlara sahiptir. Bu sebeplerle güç üretim yeteneklerinde, gerçekçi denizaltı ihtiyaçlarını karşılayabilecek seviyede, belirgin bir iyileşme elde edilebilmesi ne kısa hatta ne de orta vadede beklenmemektedir. Bu sebeple özellikle gelecek nesil bir denizaltı söz konusu olduğunda;

Türk Deniz Kuvvetlerinin gerçekçi ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için tek bir HBT seçeneği kalmaktadır:

Nükleer Sistem!


Denizaltılar ve Atom Enerjisi
Hemen herkesin duyduğu gibi bir denizaltı üzerinde, çekirdek enerjisinin sağladığı adeta sınırsız sayılabilecek imkânlardan yaralanan ilk ülke ABD olmuştur. İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasında ABD donanması kendi sahip olduklarından belirgin seviyede ileride bulunan özellikle Tip21-23 teknolojisi ile karşılaştığında, bir yandan bundan faydalanmak için de çalışmaya başlamıştı. İşte inşa ettikleri ilk atom denizaltısı da tahrik sistemi hariç olmak üzere temelde söz konusu alman teknolojisinin kendi ihtiyaçlarına ve tasarım anlayışlarına göre şekillendirilmiş ve büyütülmüş bir uyarlamasıydı.

Dünyanın ilk nükleer denizaltısı olan ve inşasına 1952'de başlanan Nautilus (SSN 571) 1954'de denize inmiş ve 1955'de de hizmete girmiştir. Sonraki birkaç sene içinde Nautilus sahip olduğu tükenmeyen sayılabilecek güç ile, denizaltılara ait bütün sürât ve menzil rekorlarını rahatlıkla kırmıştı. 98m uzunluğundaki 3.500 tonluk Nautilus üzerinde STR4 (Submarine Thermal Reactor) olarak adlandırılmış olan 10MW gücünde bir Basınçlı Su Reaktörü mevcuttu ki bu sayede denizaltı azami sualtı sürâti olan saatte 23denizmili ile süre kısıtlaması olmadan devamlı olarak yol alabiliyordu.



Nautilus'tan sonra aradan şimdilik 62 sene geçti ama bizim denizaltılarımız hâlâ emekliyor ve daha kötüsü bu halimizden o kadar memnunuz ki (!) bu kadar önemli bir gelişmeden tam bir asır sonra, 2050'lerde ve sonrasında bile aynı denizaltıları kullanmayı istiyoruz! Karamsarlığa kapılmamak çok zor.



İlk atom denizaltısı için geliştirilen reaktör

Resim.1) İlk atom denizaltısı üzerinde kullanılan STR adlı nükleer reaktörün prototipi Idaho'daki bir kara tesisinde denizaltı şartlarında karada çalıştırıldığı ve geliştirildiği ortamda görülüyor. Reaktör gerçek denizaltıda olacağı şekilde mukavim teknenin tahrik bölmesi içinde ve etrafında da su dolu bir havuz mevcut, 1950 civarı. [1]



Atom enerjisinin denizaltılara uyarlanması ile birlikte denizaltı teknolojisi de artık tamamen yeni bir çağa girmiş oldu, tabii sadece birkaç ülke için. Denizaltı teknolojisindeki bu büyük sıçrama ile birlikte donanma stratejilerinin de yeniden oluşturulması gerekmiştir. ABD'deki bu ilerlemeye kısa bir süre içinde SSCB de ayak uydurdu. Bilâhare İngiltere ve Fransa bu kervana katıldı. Daha sonra Çin de yavaş yavaş bu teknolojiye hâkim olmaya başladı.

Durum uzun süre böyle devam ettikten sonra 2010'larla birlikte yeni oyuncular da sahne almaya başlamıştır. Adı ilk olarak anılması gereken, kendi ülkesinde inşa ettiği ilk nükleer tahrikli denizaltıyı geçen sene tamamlamayı başaran Hindistan'dır. Aslında Hindistan uzun süredir Rusya'dan kiraladığı birkaç nükleer güçlü denizaltıyı kullanmakta olduğundan bu alana daha önce girmiş de kabul edilebilir.

Günümüzde sessizce de olsa yürüdüğü bilinen en yeni nükleer denizaltı programı ise Güney Kore'ye aittir. Devam etmekte olan ilk yerli denizaltı programı KSS-3'ü nükleer bir KSS-4'ün takip edeceği yönünde belirgin bazı işaretler mevcuttur.

Şimdilik hazırlanma safhasında olan ve kaçınılmaz gibi görünen Çin-ABD savaşında kullanılmak üzere Japonya'ya da ABD tarafından nükleer denizaltı inşa izni verilmesi beklenmekte olduğu için Japonyanın da önümüzdeki 10-15 sene içinde sıralamaya girmesi beklenebilir.

Yine aynı coğrafyada yer alan Avustralyanın SAE1000 ihalesi tercihinde orta/uzun vadede nükleere geçiş niyetinin etkili olmuş olması da muhtemeldir.

Nihayet Pakistan'ın da bu yönde ciddi hedefleri mevcuttur ama imkanları kısıtlıdır ve muhtemelen Çin desteği ile birlikte Pakistan'da da orta vadede bazı gelişmeler yaşanabilir...

Fakat bu noktada adı anılması gereken iki dikkat çekici ülke daha mevcuttur: Arjantin ve Brezilya. Her iki ülkenin de nükleer denizaltı programları 1980 civarında başlamıştı; Brezilya'da ~1979, Arjantin'de ~1983. Fakat orta-güney Atlantik bölgesinin stratejik durumu ve buna bağlı olarak mâlum iki ülkenin5 derin çalışmalarının da etkisiyle bu iki proje, hem bu ülkelerin başlarına bela olmuş hem de beklendiği üzere, bizim de gayet aşina olduğumuz şekillerde kurgulanan içeriden ve dışarıdan organize edilen baltalamalarla çok büyük gecikmelere maruz kalmışlardır ve ilgi çekici bir şekilde bu kumpasların başrolünde de yine Almanya vardır.

Bilhassa her iki ülkenin de tıpkı bizim gibi, batı destekli askeri darbelerle şekillendirilen tarihlerinin Türkiye ile çok büyük benzerlikler göstermesi sebebiyle içinde ibret almamızı gerektiren önemli noktalar barındırmakta olduklarından, hem Arjantinin hem de Brezilyanın son derece ilgi çekici nükleer denizaltı programlarını bi' ara ayrı ayrı ve kapsamlı olarak ele almayı da düşünmüyor değilim.



Brezilya tarafından SN-Br için geliştirilen nükleer tahrik sisitemi

Resim.2) Brezilya tarafından milli imkânlarla tasarlanıp üretilen ve SN-Br olarak adlandırılan denizaltı sınıfı üzerinde kullanılacak olan nükleer tahrik sistemini gösteren bir 3B model. [2]



Şimdilik bu iki ülke için durumu birkaç cümle ile noktalamak gerekirse;

Brezilya kısa bir süre önce Fransa ile birlikte ilk nükleer denizaltı programını başlatmıştır. Bu program çerçevesinde Fransız desteği ile Brezilya'da şu anda iki tür denizaltı inşa faaliyeti birden yürütülmektedir. Bunlardan ilki büyütülmüş bir Scorpéne sınıfı olan ve S-Br olarak tanımlanan konvansiyonel program, ikinci ise nükleer tahrikli olan SN-Br adlı programdır. SN-Br üzerinde kullanılacak olan tahrik sistemi tamamen Brezilyanın milli imkanlarıyla tasarlanmakta ve imâl edilmekte, denizaltının geri kalan sistemleri için ise Fransız desteği alınmakta ve denizaltılar Brezilya'da inşa edilmektedir.

Arjantin ise bu alanda Brezilya kadar ilerleyememiş durumdadır ve ülkenin gerek siyasi gerekse iktisadi durumu sebebiyle bir müddet daha somut bir gelişme yaşanması doğrusu beklenmemektedir.

Brezilyanın söz konusu denizaltı programlarının bizim açımızdan özellikle dikkât çekici bir noktası da vardır. Brezilya, taktik-maliyet-tedarik üçgeninde S-Br için tercih edeceği herhangi bir konvansiyonel HBT teknolojisinin mantıklı bir seçenek olamayacağı başarıyla tespit edebildiği için

Konvansiyonel denizaltı programında herhangi bir HBT kullanmamayı, bunun yerine denizaltıyı büyütmeyi, maddi kaynaklarını ise daha mantıklı kullanmayı tercih etmiştir ve
Brezilya diğer denizaltı programına paralel olarak kendi milli nükleer HBT sistemini geliştirmiş ve ülkesinin savunmasına sınıf atlatacak ilk nükleer denizaltı programını da bütün tehditlere rağmen başlatmıştır.
İşte Türkiyenin de dikkâtle incelemesi gereken bir numune ve bir ders: Birinci, hatta ikinci seviyeden bir donanma gücüne karşı sadece konvansiyonel denizaltılara bel bağlayarak karşı koyamazsınız! Tabii, zaten hiç de böyle bir niyeti olmayanlar, mesela 15 Temmuz'un darbeci taifesi gibi küffârın tarafında olanlar için başka...



Maliyetler ve Yetenekler
Yukarıda kısaca bahsedildiği gibi tek bir HBT sistemine yaklaşık 189milyon dolar civarında bir para ödüyoruz. Peki denizaltı nükleer reaktörlerinin maliyetleri ne kadar?

Hassas bir veri bulmak zor olsa da [3] gibi muhtelif kaynaklar vasıtasıyla maliyetlerin kabaca elde edilebilmesi mümkün görünmektedir. Bu doğrultuda mesela Geliştirilmiş Los Angeles (688I) sınıfı bir denizaltı üzerinde bulunan 165MW ısıl gücündeki S6G reaktörünün maliyetinin 100milyon dolar ve Nimitz sınıfı bir uçak gemisi üzerinde bulunan 550MW ısıl gücündeki A4W reaktörünün6 maliyetinin de 200milyon dolar mertebesinde olduğu bilinmektedir.

Numune olarak S6G reaktörünü ele alırsak ve bizim Reis Sınıfı üzerindeki yakıt hücresi ile karşılaştırırsak kabaca aşağıda sunulan sistem değerlerini elde edebiliriz:



Tahrik Sistemi   Yaklaşık
Maliyet
dolar   Güç
Yeteneği
MWe   Güç Üretme
Süresi
Yıl   Birim Güç Başına
İnşa Maliyeti
dolar/kW
S6G   100 milyon   ~50   ~30
2.000
2xBZM-120   189 milyon   ~0,24   ~ 0,046
772.039
Çizelge.1) 688I ve Reis Sınıfı denizaltıların tahrik sistemi inşa maliyetlerinin ve güçlerinin karşılaştırılması.



Yukarıdaki çizelge özet olarak yediğimiz alman kazığının büyüklüğünü ifade edebilmek için yeterli olsa gerek. Kullanılan hesaplama yöntemlerinde ve kaynaklarda bir miktar hata olabileceği varsayılsa bile söz konusu hata [Çizelge.1]'de ortaya çıkan sonuçlar arasındaki oranın yanına bile yaklaşamayacaktır. Ve bu kadar büyük bir bedele karşılık elimize geçen, gerçek savaş şartlarında hayatta kalabilme ihtimâli (kiminle savaşacağınıza bağlı olarak) son derece zayıf olabilecek, bunun yanında %95 oranında dışa bağımlı ve buna bağlı olarak güvenilmez ve de üstelik dünyadaki en yüksek maliyetliler arasında bulunan bir araçtır. Kaldı ki biraz dikkâtli düşünüldüğünde mevcut HBT sistemini bedavaya bile almış olsak, aslında zararlı çıktığımız anlaşılabilir.



Şimdi okuyucunun aklına takılan soru ise şöyle olabilir:

Türkiye kendi imkanlarıyla bir denizaltı için gerekli nükleer tahrik sistemini tasarlayıp üretebilir mi?

Cevabı kısaca verebilmek mümkün: Evet.

Fakat bu cevabı büyük bir ama takip etmek zorunda çünkü cevap aslında sadece teknik olarak evet anlamındadır ve AMA meselenin gayet netâmeli olan ve böyle bir çalışmanın da önündeki temel engel olan siyasi tarafı o kadar acayiptir ki hakkında ciltler dolusu yazı yazmak mümkündür.

Türkiye'de nükleer enerji meselesi 1956 itibarı ile gündeme alınmış ve 1959 temeli atılan ilk reaktör 1962 itibarı ile hizmete girmişti. Takip eden senelerde yine Çekmece'de ikinci bir Reaktör ve 1979'da İTÜ'de üçüncü reaktör hizmete girmiştir. Bu küçük reaktörlerin tamamı araştırmaya yönelik olup temelde nükleer mühendislerin ve teknisyenlerin yetiştirilmesi, bunun yanında da sağlık gibi bazı alanlarda ihtiyaç duyulan muhtelif radyoaktif malzemenin üretilebilmesi amaçlıdır.

60 seneden fazladır devam eden ama halen sonuçlanmış olmayan ve ülkenin sanayisinin ve buna bağlı olarak da iktisadının vesaire gelişememesi üzerindeki başlıca etkenlerden olan Türkiyenin Nükleer Enerji'den mahrum bırakılma meselesinin tarihi biraz incelenince bu husus kolayca anlaşılabilir, burada bahsedilecek değildir.

Herşeye rağmen şimdilik 1923 senesi itibarı ile Türkiyenin ilk nükleer enerji santralinin ve akabinde de Sinop'ta ikinci santralin hizmete alınması yönünde çalışmalar sürdürülmektedir. Söz konusu projeler, eğer akıbetleri öncekilere benzemeden bu defa tamamlanabilirse, Milden'in inşasına başlanmadan çok daha önce Türkiye'nin bir eşiği daha aşmış olması muhtemel gibi görünmektedir.



Türkiyenin İlk Atom Reaktörü Haberi

Resim.3) 1956'da çalışmaları başlatılan, 1959'da temeli atılan, Türkiyenin ilk Atom Reaktörünün 1962 senesinde hizmete girişi ile alâkalı bir gazete haberi. [4]



Velhasıl Türkiye, eğer istenirse kendi nükleer HBT sistemini teknik olarak tasarlayıp imâl edebilir ve bunu bir denizaltıya uygulayabilir, Brezilyanın yapabildiğini bizim de yapamamamız için geçerli bir sebep mevcut değildir. Yine de Türkiye Nato'dan ayrılmadığı müddetçe, bu kadar stratejik bir hamleyi asla gerçekleştiremez, Nato üzerinden yürüyen mevcut mekanizmalar bırakın nükleer tahrik sistemini bundan çok daha kolay bir şekilde ulaşılabilecek ve aslında ciddi seviyede ihtiyacımız olan diğer bazı alt teknolojilere erişmemizi bile başarıyla(!) ve kolayca engellemektedir, yaptıkları darbeler de cabası!

Aslında MİLDEN için geliştirilebilecek nükleer HBT sisteminin teknik ayrıntıları hakkında bir yazı yazmak çok daha zevkli ve faydalı olurdu ama mevcut gidişata bakıldığında MİLDEN'in ne olacağı ve ne olmayacağı maalesef şimdiden belli gibi... Zaten yazı da fazlasıyla uzun oldu. Ama çıkmadık candan umut kesilmez demişler!


Çevrimdışı Afşar1

  • DefenceTurk
  • *
  • İleti: 450
  • 30
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #12 : 06 Kasım 2018, 14:28:10 »
Severek okuduğum sitenin arşiv bölümünden.
karmaşık oldu ama kusura bakmayın.

Milli Denizaltı: MİLDEN - Başlangıç
Seyir Defteri   - Savunma Sanayii
Pazar, 15 Mayıs 2016
MİLDEN, Türkiye ve ÇelikGüzel bir kısaltma ile MİLDEN olarak adlandırılan Milli Denizaltı projesi, gayet başarılı olarak kabûl edilebilecek MİLGEM projesinden kaynaklanan kendine güven artışının da desteğiyle yakın tarihte nihayet başlatılmıştı. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki MİLDEN, MİLGEM'e veya TF-2000'e vesaire nazaran hem mühendislik hem teknolojik hem de siyasi açıdan çok çok daha zor bir projedir.

Bu zorlukların üstesinden gelebilmek için çok sağlam bir devlet iradesinin yanında proje üzerinde yoğun olarak çalışması gereken başlıca birimlerin ki en önemlileri olarak sırasıyla; Türk Deniz Kuvvetleri, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yerli Sanayii Kuruluşları ve bunların bir arada çalışabilmesinden sorumlu olan SSM'nin büyük bir özveriyle ve tam anlamıyla uyumlu ve milli çıkarlara uygun şekilde görev yapması mutlak bir ihtiyaçtır.

Eğer böyle bir uyum sağlanamazsa veya sağlanması istenmiyorsa söz konusu projenin gerçek anlamıyla başarılı olabilmesi mümkün olamaz. Tabii başarının ne anlama geldiği aslında belli olsa da bazıları için izâfidir mesela MİLDEN olarak ortaya Almanların da istediği şekilde bir Tip214.mod2 çıkarsa buna büyük! başarı diyenler de çıkacaktır elbet ama aslında bu başarısızlıktan başka bir şey olmayacaktır.

MİLDEN pek çok açıdan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli ve hassas projelerinden biri olmaya aday durumdadır ki bu sebeple hem bizim için hem de başkaları için çok önemlidir.

 

Çelik ve M1 Abrams Tankı

Resim.1) Yazının konusu MİLDEN ise burada dağılmış bir M1-Abrams tankının ne işi var? Tahmin edilebileceği gibi sebepsiz değil ve ikisi birbiriyle üstelik doğrudan alâkalı. Sabredenler için biraz aşağıda gereken açıklama mevcut. [1]

 

MİLDEN mevzusuna başlangıç mahiyetindeki bu ilk değerlendirmede ele alınması gereken konu da aslında aşikârdır: Çelik!

Dünya üzerindeki denizaltı tasarımı kabiliyetine sahip önde gelen ülkelerin tamamı kendi tasarladığı denizaltıları inşa etmek için kendi çeliğini kullanmaktadır. Bu sebeple eğer Türkiye kendi mukavim tekne çeliğini geliştirip üretmeden ve bunu başarıyla kullanmadan milli bir denizaltı yaptığını iddia ederse daha en başında projeye gölge düşmüş sayılabilir.

Peki bu noktada akla gelen temel sorular nelerdir;

Türkiye kendi imkânlarıyla yüksek evsaflı mukavim tekne çeliklerini geliştirip üretebilir mi?
Türkiye böyle bir üretim yapacak mı?
İlk soruya cevap vermek kolay; evet geliştirebilir ve üretebilir.

Ama ikinci sorunun cevabı için aynı şeyi söyleyebilmek maalesef pek mümkün değil, atalarımızın dediği gibi:

 

Minareyi Çalan Kılıfını Hazırlar
Ve bu kılıf savunma çevrelerinde son yıllarda altyapısı dikkâtlice kurgulanıp hazırlanarak ve biraz da medya destekli toplum mühendisliği faaliyetleri ile pekiştirilerek imâl edilmiş durumda görünüyor. Ortamın içindeki insanlar zaten kılıfı biliyor da dışındakiler için kısaca açıklama gerekirse yapısı özet olarak şöyle:

 

Birkaç tane milli denizaltı inşa etmek için gereken topu topu üç, beş bin ton yüksek mukavemetli çelik için senelerce sürecek böyle büyük bir arge çalışmasına ve yüksek üretim maliyetine ne gerek var ki! İthâl etmek çok daha hızlı ve ucuz olur.

 

Ne kadar da güzel bir kılıf öyle değil mi? Ama bu iyi niyetliymiş gibi görünen yaklaşım aslına bakılırsa hiç göründüğü gibi değil, kesinlikle değil...

Doğrusu bu yaklaşım sadece buradaki gibi çelik meselesinde değil günümüz Türk savunma sanayiinin neredeyse her alanında benzer şekilde uygulandığından içinde bulunduğumuz durumun eski günlerdeki düzenden bile daha tehlikeli yanları olduğu genellikle insanların gözünden kolayca kaçabiliyor özellikle bizim tamamen milli olduğunu düşündüğümüz sistemlerin güvenlikleri ve buna bağlı olarak gerçek savaş şartlarında ne yapabilecekleri hususunda.

 

Benzer bir kurgu Havuzlu Çıkarma Gemisi projesi olarak başlayıp Cep Uçak Gemisi olarak nihayetlenen ihalede de başarıyla! uygulanmıştı. O zaman da dediler ki topu topu bir tane gemi (gerçi daha geminin inşası henüz başlamışken ikincisinin siparişi de konuşuluyor ya) için uğraşıp ne diye tasarım yapalım ki. Paramız bol, mühendisimiz! yok. Bastıralım parayı da alalım.

Oysa bu geminin tasarımı MİLGEM'den veya TF2000'den daha zor değil, MİLDEN'e göre ise çok daha kolay. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki ne İTÜ'den ne de GMO'dan bu ve benzeri hususlarda çıt bile çıkmaması da başlı başına gâyet üzücü bir durum; Türkiyenin gemi mühendisliğini yeteneği İspanya'dan daha geride değil ki...

Acaba İspanyollar neden bizim gibi düşünmedi? Çok daha kolaydı. Ama akıllıca hareket ettiler. Önce çalışıp kendi ihtiyaçları için bir gemi tasarladılar ve inşa ettiler sonra bunu çeşitli ülkelere satarak büyük kârlar elde etmeye de başladılar. Bizdeki hikâye ise hep aynı; çalışmadan kazanma ümidiyle yaşamak.

 

Güvenlik meselenin en önemli maddesi ama değerlendirilmesi gereken daha başka hususlar da var ki bunların başında ülkenin iktisadî çıkarları gelmektedir.

Tekrar MİLDEN'in kılıfına dönersek; eğer Türkiye kendi çok yüksek mukavemetli çelik ailesini geliştirip üretirse bu amaçla yaptığı yatırım iddia edildiği gibi çöpe mi gidecek? Tabii ki hayır! Denizaltı mukavim teknelerinin inşa edilmesinde kullanılan çelikler zaten çok geniş bir sanayi yelpazesinde üstelik giderek artan oranlarda talep görmektedir kaldı ki Türkiye de bu tür çeliklere olan büyük ihtiyacını sadece ithalâtla karşılayabilmektedir.

İnşaat alanından, makina sanayine, her türlü denizcilik uygulamalarından havacılığa kadar pek çok sanayi için böyle çok yüksek mukavemetli çelikler talep edilmektedir. Haliyle bütün dünyanın yüksek evsaflı çelik piyasasını elinde tutan birkaç ülke de bu durumun değişmemesi için elinden geleni yapmaktadır.

 

Türkiye ve Çelik
Türkiye dünya çelik piyasasının önemli bir oyuncusudur ve toplam ham çelik üretimi açısından sekizinci konumdadır. Belki bundan da önemlisi ülkenin çelik sanayii 2012 senesine kadar düzenli ve istikrarlı bir büyüme [Resim.2] gerçekleştirebilmiştir. Bu husus daha önce, aynı zamanda bu makaleye bir temel de teşkil edebilmesi açısından kısaca ele alınmaya çalışılmıştı ki oradaki verilerin konuyla ilgilenenler tarafından incelenmesi ayrıca faydalı olabilir.

 

Türkiye ve Bazı Ülkelerin Toplam Ham Çelik Üretimleri

Resim.2) Türkiyenin ham çelik üretimi açısından 1980-2014 dönemi için bazı ülkelerle karşılaştırılması.

 

Hemen yukarıdaki [Resim.2] incelenirken dikkâti çeken birden fazla önemli nokta var. Evet ham çelik üretimi açısından geldiğimiz nokta güzel ama yeterli mi? Doğrusu değil çünkü aynı zamanda dünyanın sekizinci büyük çelik ithalatçısıyız! Bu demektir ki halen ihtiyacımızı karşılayabilmekten uzaktayız. Bunun muhtemelen çeşitli sebepleri vardır fakat önemli noktalardan biri Türk sanayiinin yüksek evsaflı çelik ihtiyacını hemen hemen tamamen ithalât yoluyla karşılayabilmesidir. Kısaca ham çelik üretiyoruz ama bu çeliği işleyip yüksek evsaflı çelik üretmek yerine ithalâtı yeğliyoruz daha doğrusu ithalât lobisine teslim oluyoruz.

Sadece İsveç ile Türkiyenin ham çelik üretimlerini karşılatırarak bile belli vurgular yapılabilir. Görüldüğü gibi İsveçin ham çelik üretimi son derece istikrarlı ve yatay bir seyir izliyor. Daha 1985 senesinde İsveçin üretim miktarını yakalamışız bugün ise kat kat fazla üretim yapıyoruz. Ama unutmamak gerekli ki kişi başı çelik üretimi açısından İsveç'i ancak bir iki sene kadar önce yakalayabildik. Diğer taraftan İsveç sadece yüksek evsaflı çelik üretimine yöneldiği için bu işten çok büyük paralar kazanabilirken bizim için böyle bir kazanç söz konusu olmadığı gibi bu tür çeliklerin ithalatı için çok büyük paralar harcıyoruz.

Denizaltı mukavim teknelerinin inşalarında da kullanılmakta olan İsveç kökenli Weldox çelik ailesi daha önce kısaca ele alınmıştı. Ama bu çelikler sadece denizaltı inşasında kullanılmıyor ve dünya yüksek mukavemetli çelik piyasasının en önemli ürünlerinden biridir. Eğer İsveçliler de bugün Türkiye'ye pazarlanmakta olan şekilde; "üç beş denizaltı için bu kadar yatırıma ne gerek var çeliği gidip başka bir ülkeden alalım" deselerdi bugün dünyanın en verimli çelik sanayiine sahip olamaz, her sene milyarlarca avro kâr elde eder hale gelemezlerdi.

İsveçin Weldox programı da aslında kendi denizaltı sanayilerinin o zamanlar talep ettiği yeni nesil "Su Verilmiş ve Tavlanmış (SVT) Düşük Alaşımlı Çelik" ihtiyacını karşılayabilmek için başlamıştı. Tabii ki kolay olmadı 1960'larda başladıkları teknoloji geliştirme çalışmaları yirmi seneden fazla sürdü ama her zaman olduğu gibi çalışmanın karşılığını aldılar. Burada İsveç örnek verilmiş olsa da diğer önde gelen yüksek evsaflı çelik üreticisi ülkeleri incelerseniz benzer hikâyelerle karşılaşabilirsiniz.

Şimdi bize diyorlar ki MİLDEN için neden çelik üretelim ki, ithâl edelim gitsin. Eğer bu konuda çok ısrar edersek muhtemelen ikinci safhada doğrudan ithalât yerine Türkiye'de bir yerli görünümlü şirket kurup üretimi burada yapmayı teklif edecekler ama bunun da ithalâttan bir farkı olmayacağı gibi size teknoloji transfer ediyoruz martavalıyla çeliği daha da pahalıya satıp kârlarını iyice arttıracaklar. Ama bize MİLDEN için çeliği bedava bile verseler kabûl etmememiz gerekir!

Sayfanın üstlerine doğru parçalanmış bir tank [Resim.1] resmi görüyorsunuz. Bu ABD kökenli bir M1 Abrams tankı. Kule zırhı soyulduğu için alt katmanları da ortaya çıkmış durumda. Bu tankın bütün temel gövde ve kule yapısı HY120 sınıfı düşük alaşımlı SVT çelik ile imal edilmiştir. Temel yapıyı oluşturan alt katman 100mm, dış katman ise 60mm HY120 ihtiva eder. Tankı koruyan asıl zırh sistemi ise bu iki katman arasında bulunmaktadır. Neymiş? Meğer mukavim tekne çeliği ile başka işler de yapılabiliyormuş! Mesela Türkiye'de inşa edilen bilimum zırhlı aracın yüksek evsaflı çelik ihtiyacı nasıl karşılanıyor acaba?

HY çelik sınıfı 1960'lardan beri inşa edilen bütün ABD (önceleri HY80 daha sonra HY100 ve bilgiler kesin olmasa da günümüzde HY130 veya HY140), ayrıca QxN adı altında İngiliz ve mesela inşa edilmekte olanlar dahil bütün Türk Deniz Kuvvetleri denizaltılarında kullanılan mukavim tekne malzemesidir.

Ama bunun yanında su verilmiş ve tavlanmış düşük alaşımlı çelikler (mesela HY80 ve HY100) ABD donanmasının bütün suüstü gemilerinin yapısal olarak hassas bölgelerinde yoğun olarak kullanılagelmektedir çünkü savaş gemilerinde de bu tür çeliklere ihtiyaç duyulan özel durumlar vardır ayrıca pek çok farklı donanma için de aynı durum geçerlidir ve tabii ki bizim gelecekte inşa edeceğimiz askeri suüstü gemileri için de ihtiyacımız olacaktır. SVT sınıfı çelikler yeri geldiğinde ticari gemilerin üzerinde, yarış teknelerinde, köprü, vinç vesaire inşaatlarında, zırhlı araçlarda, uçaklardan füzelere kadar her türlü hava araçlarında da bütün dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır.

 

Velhasıl MİLDEN için yatırım yapıp çelik üretmeye gerek yok demek aslında kasıtlı olarak tamamen saptırılmış bir bilgidir.

 

Türkiye eğer böyle bir teknolojiyi kendisi geliştirirse milyarlarca liralık yüksek evsaflı çelik ithalâtından kurtulabileceği gibi bir süre sonra milyarlarca liralık ihracata ulaşabilir. Milli sanayinin dünya çapındaki rekabet gücünün büyük oranda artacak olması, savunma sanayiinin yaptırımlardan, kısıtlamalardan ve örtülü ambargolardan kurtulacak olması, Çin sebebiyle krize girmekte olan yerli çelik sanayiinin güçlenmesine imkân sağlanabilecek olması, istihdamın artacak olması da cabası.

Tabii ki bu kolay bir teknoloji değil ama Türkiyenin altından kalkabileceği bir konu. Bugün arge temelli milli bir çalışma başlatılsa uygun bir çelik ailesinin ve kaynak teknolojisinin geliştirilmesi ve olgunlaşması iyimser bir tahminle en azından on sene kadar sürecektir.

 

MİLDEN'e Nasıl Bir Çelik Lâzım?
Milli yüksek mukavemetli çelik konusunda henüz bilinen bir çalışma mevcut olmadığı ve yukarıda belirtildiği gibi böyle bir teknoloji için gerekli arge süresinin asgari on daha makûl bir tahminle onbeş sene kadar alacağı göz önüne alındığında şu an için gidişat maalesef MİLDEN'in 1.6782 (Alman üretimi HY100) çeliği ile inşa edileceği yönünde gibi görünüyor ve bu çeliğin doğrudan ithâl edilmesi ile lisans altında Türkiye'de imâl edilmesi arasında bir fark olmaz.

Fakat MİLDEN'in 2030-2065 döneminde görev yapacağı düşünüldüğünde denizaltının o zaman diliminde ulaşılması muhtemel DSH1 seviyesine karşı hayatta kalabilmesi için çok daha iyisine ihtiyacı olacağı rahatlıkla tahmin edilebilir ama bu noktada işin içine uluslararası siyaset de dahil olduğundan Türkiyenin belli bir seviyenin üstünde niteliklere sahip olabilecek bir denizaltı inşa edebilmesinin önünde ciddi engeller de olacaktır.

YTDP projesine bakınca da aslında bunun bazı işaretleri rahatlıkla görülebilir. Bu denizaltılara milyarlarca avro veriyoruz ama aldığımız araçlar üzerinde gerçek anlamda bir tasarrufumuz olduğunu söylemek de iyimserlik olur.

Burada konu çelik olduğuna göre YDTP'yi sadece çelik açısında ele alalım: Bu denizaltılar üzerinde kullanılan çelik Almanya kökenli ve ne olduğu belli. Ama piyasada çok daha üstün nitelikte olup da aynı amaçla kullanılabilecek ticari çelikler de mevcut mesela Weldox960. Bu çeliğin, inşasına kısa süre önce başlanan A26 sınıfı denizaltı üzerinde de kullanılacağı söyleniyor.

Eğer Reis sınıfı denizaltıları, eşdeğer ağırlık için Weldox960 ile inşa etseydik mesela Yunan 214'lerine göre çok daha derine dalabilen ve sualtı patlamalarına karşı daha yüksek dirence sahip bir mukavim tekne elde edilebilirdi ama buradan anlayabileceğiniz gibi paramızla bile istediğimizi yapamıyoruz ve ne olursa olsun kendi çeliğimizi üretmezsek bu düzenin değişmesi söz konusu olamaz.

Son cümle olarak MİLDEN için en azından 1.100MPa sınıfından bir çeliğe ihtiyacımız olacağını ifade etmek uygun olur ki sebeplerini MİLDEN'den beklenenler konusundaki ikinci üçüncü makalede ele almak uygun olacaktır.

http://uskudar.biz/savunma-sanayii/milli-denizalt%C4%B1-milden-ba%C5%9Flang%C4%B1%C3%A7

Çevrimdışı Cetin

  • DefenceTurk
  • *
  • İleti: 106
  • 4
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #13 : 12 Kasım 2018, 13:23:39 »





Kaynak : http://turkishnavyshipbucket.blogspot.com/

Gözüme çarptı paylaşmak istedim.

Çevrimdışı Afşar1

  • DefenceTurk
  • *
  • İleti: 450
  • 30
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #14 : 12 Kasım 2018, 14:45:16 »
STM “Derin Arayışlar” içinde
Türkiye
Kasım 11, 2018 muhammet 78  Leave a comment
STM, dünyanın en karmaşık platformlarından olan denizaltı konusunda özgün projeleri ortaya çıkarmak ve bu alanda Türkiye’deki yetenek gelişimini desteklemek için, ‘Derin Arayışlar’ adıyla denizaltı tasarımı ve teknolojileri yarışması düzenleyecek.

Savunma Sanayi Başkanlığı’nın (SSB) milli denizaltı vizyonuna hizmet etmek üzere STM, yurt içinde denizaltı alanında bilgi birikimini artırmak ve insan kaynağını geliştirmek amacıyla denizaltı tasarımı ve teknolojileri yarışması düzenliyor. ‘Derin Arayışlar’ adı altında gerçekleşecek yarışmaya, gemi inşadan fiziğe, psikolojiden endüstri mühendisliğine oldukça geniş bir yelpazeden farklı bölümlerde okuyan üniversite öğrencileri ve mezunlar ile bu alanda son 5 yılda tez vermiş kişilerin katılması planlanıyor.

Savunma ve askeri denizcilik alanında Türkiye’nin dünya çapında rol üstlenmesi için SSB’nin öncülüğünde çalışmalar gerçekleştiren STM, denizaltı inşa-tasarım ve modernizasyonu konusunda tecrübesini Türkiye ve dünya çapında önemli projelerle sürdürüyor.



Ülkemizde denizcilik ve denizaltı konusunda farkındalığı artırmak amacıyla düzenledikleri yarışma hakkında bilgi veren STM Genel Müdürü Murat İkinci, “Denizcilik ve özellikle de karmaşık teknolojiler içeren çoklu disiplinli bir çalışma alanı olan denizaltı konusunda farkındalığı artırmaya ihtiyacımız var. Sahip olduğumuz denizcilik geçmişimizle hem yerli savunma sanayimizi güçlendirmek hem de globalde rekabet edebilecek bir seviyeye gelebilmek için ülke olarak tecrübelerimizi kendi bilimsel çalışmalarımız ve insan kaynağımızla destekleyebilmemiz özgün işler çıkarabilmede kritik önem taşıyor. Böyle bir çalışmanın önümüzdeki dönemde de yetişecek insan kaynağı ile dünyadaki denizaltı inşa-modernizasyon pazarından Türkiye’nin daha yüksek oranda pay alabilmesine imkan vereceğine inanıyoruz” dedi.

Yüksek Lisans ve Lisans olarak iki kategoride düzenlenecek yarışmaya başvurular başladı. Denizcilik alanındaki tecrübeli isimler tarafından yenilikçi, yaratıcılık, gerçekleştirilebilirlik, estetik katkı, detaylandırma düzeyi ve referans kriterlerine göre değerlendirilecek olan projeler arasından dereceye girenler ödüllendirilecek. Ekim 2019’da gerçekleştirilecek ödül töreni kapsamında Yüksek Lisans kategorisinde 1.’lik ödülü 25.000 TL, 2.’lik ödülü 20.000 TL ve 3.’lük ödülü 15.000 TL, Lisans kategorisinde ise 1.’lik ödülü 20.000 TL, 2.’lik ödülü 15.000 TL, 3.’lük ödülü 10.000 TL olarak verilecek.

Yarışma hakkında detaylı bilgilere http://derinarayislar.stm.com.tr adresinden @derinarayislar Twitter adresinden ulaşabilirsiniz.

Kaynak: www.defenceandtechnology.com

http://defenceandtechnology.com/2018/11/11/stm-derin-arayislar-icinde/

Çevrimdışı SKYWOLF

  • SKYWOLF
  • Genel Yetkili
  • DefenceTurk
  • *****
  • İleti: 44295
  • 612
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #15 : 12 Kasım 2018, 15:32:38 »
Bence denizaltı konusu en az uçak gemisi ve fırkateyn konusu kadar önemli. Denizlerin en sinsi ve caydırıcı silahların biri denizaltı. Stealth uçağın deniz versiyonu gibi bir şey! Aslında denizaltından kara taarruzu ve hava savunması yapabilen sessiz denizaltılarımız olsaydı...   ::) ::)
ADALETİN OLMADIĞI YERDE NE SAYGI KALIR, NE DE DÜZEN! ADALETİN OLMADIĞI YER YIKILMAYA MAHKUMDUR! DÜRÜSTLÜK BENİM KARAKTERİMDİR! BEN ŞEREFİM İÇİN YAŞAR, ŞEREFİM İÇİN ÖLÜRÜM. MUHTAÇ OLDUĞUM KUDRET DAMARLARIMDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR.
SKYWOLF...DefenceTurk.com

Çevrimdışı BATTLESTAR

  • 2018 ve 2019 Yılın Üyesi
  • DefenceTurk
  • *****
  • İleti: 2669
  • 315
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #16 : 12 Kasım 2018, 16:15:36 »
Benim gözümde bir denizaltının en büyük dezavantajları ;

1-) Tespit birimlerinin menzil kısıtları.
2-) Müdahale silahlarının menzil kısıtları

1-) Tespit birimlerinin menzil kısıtları;

Bu konuyu denizaltı ve denizüstü olarak sınırlandırmak mümkün. Denizaltında kesin bir çözüm varmı bilmiyorum sonarları geliştirmek önemli ve buna ek bütün su üstü su altı ve havadaki sonar ve radarlardan gelecek bilgileri denizaltıya kripto altyapıyla iletecek aktif bir veri bağı çok önemli.

Denizüstü ise daha farklı. Radara sahip bazı denizaltılar var. Ama bu radarlar büyük ölçüde denizaltıları ifşa edebiliyor. Ama acaba aynı çekili sonar gibi.  Çekili aesa radar sistemi yapılabilir mi . Onu su yüzünde yüzdürüp işler tutmak zor olabilir ama eğer olursa çok avantaj sağlayabilir.

2-) Müdahale silahlarının menzil kısıtları

Bunuda denizüstü ve denizaltı olarak ayırabiliriz. Deniz üstü kısıtla sub-harpoon gibi sistemlerle giderilebiliyor olsada denizaltında vuruş ve denizaltından vuruş için subroc gibi denizaltından atılan roket motorlu torpidolar çok önemli bence hem angajman hızı hemde angajman menzili açısından hayati.


Bunlara dikkat etmek lazım.
Savaş Var Denildiğinde Biz;


Çevrimdışı SKYWOLF

  • SKYWOLF
  • Genel Yetkili
  • DefenceTurk
  • *****
  • İleti: 44295
  • 612
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #17 : 12 Kasım 2018, 17:29:35 »
Benim gözümde bir denizaltının en büyük dezavantajları ;

1-) Tespit birimlerinin menzil kısıtları.
2-) Müdahale silahlarının menzil kısıtları

1-) Tespit birimlerinin menzil kısıtları;

Bu konuyu denizaltı ve denizüstü olarak sınırlandırmak mümkün. Denizaltında kesin bir çözüm varmı bilmiyorum sonarları geliştirmek önemli ve buna ek bütün su üstü su altı ve havadaki sonar ve radarlardan gelecek bilgileri denizaltıya kripto altyapıyla iletecek aktif bir veri bağı çok önemli.

Denizüstü ise daha farklı. Radara sahip bazı denizaltılar var. Ama bu radarlar büyük ölçüde denizaltıları ifşa edebiliyor. Ama acaba aynı çekili sonar gibi.  Çekili aesa radar sistemi yapılabilir mi . Onu su yüzünde yüzdürüp işler tutmak zor olabilir ama eğer olursa çok avantaj sağlayabilir.

2-) Müdahale silahlarının menzil kısıtları

Bunuda denizüstü ve denizaltı olarak ayırabiliriz. Deniz üstü kısıtla sub-harpoon gibi sistemlerle giderilebiliyor olsada denizaltında vuruş ve denizaltından vuruş için subroc gibi denizaltından atılan roket motorlu torpidolar çok önemli bence hem angajman hızı hemde angajman menzili açısından hayati.

Bunlara dikkat etmek lazım.

+1
Her zamanki gibi çok mantıklı yorum yapmışsın.

Radarı su yüzeyinde yüzdürmek güzel bir fikir. Ancak yüzeyden tarayacağı alan az olabilir. Özellikle hava tehditlerini tespit mesafesi kısalır. Acaba denizaltıdan çıkan  ve belirli bir mesafeye kadar yükselen balon benzeri bir taşıyıcı üzerine portatif bir radar olabilir mi? Ya da insanız küçük döner kanatlı bir araç üzerine?
ADALETİN OLMADIĞI YERDE NE SAYGI KALIR, NE DE DÜZEN! ADALETİN OLMADIĞI YER YIKILMAYA MAHKUMDUR! DÜRÜSTLÜK BENİM KARAKTERİMDİR! BEN ŞEREFİM İÇİN YAŞAR, ŞEREFİM İÇİN ÖLÜRÜM. MUHTAÇ OLDUĞUM KUDRET DAMARLARIMDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR.
SKYWOLF...DefenceTurk.com

Çevrimdışı BATTLESTAR

  • 2018 ve 2019 Yılın Üyesi
  • DefenceTurk
  • *****
  • İleti: 2669
  • 315
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #18 : 12 Kasım 2018, 18:26:04 »
Benim gözümde bir denizaltının en büyük dezavantajları ;

1-) Tespit birimlerinin menzil kısıtları.
2-) Müdahale silahlarının menzil kısıtları

1-) Tespit birimlerinin menzil kısıtları;

Bu konuyu denizaltı ve denizüstü olarak sınırlandırmak mümkün. Denizaltında kesin bir çözüm varmı bilmiyorum sonarları geliştirmek önemli ve buna ek bütün su üstü su altı ve havadaki sonar ve radarlardan gelecek bilgileri denizaltıya kripto altyapıyla iletecek aktif bir veri bağı çok önemli.

Denizüstü ise daha farklı. Radara sahip bazı denizaltılar var. Ama bu radarlar büyük ölçüde denizaltıları ifşa edebiliyor. Ama acaba aynı çekili sonar gibi.  Çekili aesa radar sistemi yapılabilir mi . Onu su yüzünde yüzdürüp işler tutmak zor olabilir ama eğer olursa çok avantaj sağlayabilir.

2-) Müdahale silahlarının menzil kısıtları

Bunuda denizüstü ve denizaltı olarak ayırabiliriz. Deniz üstü kısıtla sub-harpoon gibi sistemlerle giderilebiliyor olsada denizaltında vuruş ve denizaltından vuruş için subroc gibi denizaltından atılan roket motorlu torpidolar çok önemli bence hem angajman hızı hemde angajman menzili açısından hayati.

Bunlara dikkat etmek lazım.

+1
Her zamanki gibi çok mantıklı yorum yapmışsın.

Radarı su yüzeyinde yüzdürmek güzel bir fikir. Ancak yüzeyden tarayacağı alan az olabilir. Özellikle hava tehditlerini tespit mesafesi kısalır. Acaba denizaltıdan çıkan  ve belirli bir mesafeye kadar yükselen balon benzeri bir taşıyıcı üzerine portatif bir radar olabilir mi? Ya da insanız küçük döner kanatlı bir araç üzerine?

Benim bu konuda aklıma bir fikir geliyor. Biliyoruz ki biraz büyük tonajlı denizaltılar sdv denilen iki seal tarafından kullanılan 50-60 km (cosmo) menzilli torpido atabilen araçlar var. Acaba bu araçarı torpido yerine güçlü bir radar ve şarj edilebilir  jenaratörlerle donatsak hatta bu gemiler insansız bile olabilir. Bu görece ufak sdvler denizaltıdan 50-60 km uzaklaşıp su yüzüne çıkıp radarlarını çalıştırıp ana denizaltıya sub-harpoon, idas vb. saldırılar için aktif güdüm ve tespit bilgilendirmesini link bağıyla vb. bir şeyle yapsa.

Böylece denizaltı aktif dalga yayan ve kendini ifşa edecek bir radar'a en az 40-50 km torpido menzili dışından üstündeki etkin güdümlü mühimmatı kullanabilecek sensör desteğini sağlayabilir gerektiğinde bu sdv'yi feda edebilir ve ortamdan tüyebilir. 
Savaş Var Denildiğinde Biz;


Çevrimdışı BATTLESTAR

  • 2018 ve 2019 Yılın Üyesi
  • DefenceTurk
  • *****
  • İleti: 2669
  • 315
  • DefenceTurk.com
Ynt: MILDEN (Milli denizaltı projesi)
« Yanıtla #19 : 19 Kasım 2018, 12:35:13 »
Biz idealab'ın çözümünü en performanslı aip sistemi olduğunu konuşurken dcns avusturyalılar için gayet gelişmiş ve dünyanın en gelişmiş aip'i olarak tanımladıkları SHORTFİN BARACCUDA Sınıfı Denizaltıları bir kaç seneye inşaa'ya başlayacak .





Deplasman: 4000 ton
Uzunluk:97 m
Menzil:18,000 nm - 33.000 civarı Kilometre
Denizde Kalış: Batık halde 90 gün.
Silahlar:   
8 533mm torpido kovanı
Cephane: 28 torpido boyutu kapasitesi: Mk 48 torpido, Harpoon, Mk III Stonefish mayını kabiliyeti.



Bizimde Milden hakkında type-218sg civarı bir beklenti var gibi 2 bin ton 70 metre çınar çakmak'ın muhtemel çizimlerinden diyorum bunları ama bence bizim gibi denizaltıcılığa çok önem veren iyi denizaltıcılar yetiştiren halihazırdaki envanteri büyük olan bir ülke eğer donanma politikası gereği akdenizde fransa olmak istiyorsa bu klasman devletlerdeki gibi 1 adet diesel aip sınıfı bu type-214 ve bundan sonrada stm ts1700 olabilir ve 1 adette nükleer sınıf olması lazım ki bizim nükleerle olan durumumuz belli.

O yüzden idealab teknolojisine ekstra önem vererek shortfin sınıfı bir gezgin vls kabiliyetli (torpido kovanındanda atılabilir) böyle uzun menzilli bir denizaltıya ihtiyacımız var.
Çünkü her an dünyanın her yerini su altından vurabilme ve olaki gizli bir nükleer başlıklı bir seyir füzesine sahip olabilme ihtimalimiz ve bunu okyanusta seyredecek tespiti çok zor diesel aip bir denizaltıdan atabilmek bizim dış güçlerin baskılarından daha rahat olma ve bağımsızlık oranımızı arttıracak bir gelişme olacaktır.
Savaş Var Denildiğinde Biz;