ihracat geçen yıla oranla % 17,2 azalışla nisan da 19,3 milyar dolar olmuş dış ticaret açığı bu ay 9 milyar dolar olmuş hayret bir şey bu mu Türkiye yüzyılı
O zaman biraz ekonomik gerçekler zamanı.
Geçen yazmıştım. Bir devlet ya cari açık verdiğinden genel olarak, yada bütçe açığı verdiğinden kamu/devlet olarak borçlanır. Bizi burada ilgilendiren cari açık sebebiyle borçlanma. Yani ülke olarak ürettiğimiz değerden fazlasını tüketiyoruz. Dolayısıyla kazandığımızdan fazlasını harcıyoruz. O sebeple, ürettiğimiz değer tükettiğimizin üzerinde olmadıkça, bizim için borçlanma bir mecburiyet. Cari açık söz konusu olduğunda, senyoraj imkanınız yoksa, ABD, AB, Batı Ülkeleri veya Japonya gibi bastığınız parayı uluslararası piyasaya kabul ettiremiyorsanız cari açığı ancak dış borçla karşılayabilirsiniz. Zira sizin bastığınız para aksi halde dövizi yükseltebilir, enflasyon olarak size geri dönebilir.
Bu noktada borç aldığınız para faiz karşılığıdır. Faiz mutlak olarak aldığınızdan daha fazlasını ödemek zorunda olduğunuz anlamına gelir. Bu halde cari fazla veren Japonya, Almanya, S. Arabistan gibi ülkeler dışındaki ülkeler için bu bir kısır döngüdür. Aldığınız borç devamlı daha fazla borç alma zarureti doğurur. Öyle ki bu konuda senyoraj da aslında batı toplumlarını kurtarmaz. Çünkü merkez bankaları senyorajın sahibidir, ama çoğu merkez bankası milli değildir, kamunun değildir. Bu bakımdan ABD vs ülkeler de merkez bankaları sahiplerine devamlı olarak borçlanır. Ancak diğer başka bir problem de belirttiğimiz üzere kamu veya özel sektörün borçlanma ihtiyacıdır ki, bazı ülkeler cari fazla vermelerine rağmen borçlanma ihtiyacı gösterebilirler. yada yarattıkları 2008 ve sonrasında olduğu gibi yarattıkları finansal köpüğün altında kalmamak, PONZİyi devam ettirebilmek amacıyla finansman ihtiyacı gittikçe artabilir ki, bu kısım finansmanın ve dünya ekonomik sisteminin karanlık kısmıdır.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/ed/Debt.PNGŞimdi özetle bütçe açığı veren ülkeler ve cari açık veren ülkeler faiz karşılığı borç almak zorundadır. Buna gelişmiş ülkelerde özel sektörün yerel ve uluslararası borçlanması da eklenebilir.
Bu bakımdan önümüzdeki riskler ve muhtemel olaylar değerlendirildiğinde;
- Genel olarak söylenen Türkiye olarak seçim sonrası döviz kurlarında yükseliş,
- Uluslararası olarak ABD kamu borçlarının aşırı artmasına ve hazinenin borçlanma ihtiyacına karşın, ABD'nin yasal borç tavanına ulaşması sonucu borç tavanının artırılması konusunda yasa değişikliğinin kongreden geçmeme ihtimali ve ABD'nin temerrüde düşme ihtimali,
- ABD Merkez Bankasının faiz artırımları sonucu, ABD ve Batı ülkeleri bankalarının mevduat maliyetlerinin artması, buna karşılık eldeki düşük faizli bono ve tahvillerin değerlerinin düşmesi sonucu, banka ve emeklilik fonlarının zarar etmesi, aktiflerinde önemli ölçüde erime, buna bağlı olarak batıda bankaların ve emeklilik fonlarının batma, zarar ihtimallerine karşın bunun kartopunun çığa dönüşme riski,
- Ve en önemli risk ve muhtemel olay olarak , dünyayı yöneten elitlerin petro dolar sisteminden , yeşil enerji dolar sistemine geçişleri.
Bu sonuncu risk ve muhtemel olayı açıklarsak, bu aslında muhtemelen yukarıda belirtilen banka ve emekli fonları krizine eş zamanlı gerçekleşebilecek. Bir ihtimal çıkarılabilecek büyük bir banka, emeklilik fonu krizi ile insanların paraları pul edilip, geniş kamulaştırmalar yapılabilecek. Bu kavganın ABD'deki yansıması yakın zamanda Trump ile ABD elitlerinin yaşadığı kavga olarak su yüzüne çıkmıştı. Bu riski daha iyi anlamak için 20. yy tarihine bakarsak,
- 1. Dünya Savaşı sonrasında ABD doları dünyanın hakim parası olmuşken, 1929 krizi ile ABD'de altın yasağı getirilerek halkın elindeki altınlar ABD Merkez Bankalarına teslim edilmiştir.
- 2. Dünya Savaşı sonrası Bretton Woods anlaşması ile Batı altınlarını ABD Merkez Bankasına göndererek onun ekonomik hakimiyetini tanımıştır. Ancak Fransız CB. De Goule tarafından ABD altın karşılığı olmadan para basmakla suçlanıp, Fransa ABD'den altınlarını geri istemiş, artından Fransa'da 68 olayları başlamış, Lejyonerler darbe girişiminde bulunmuş ve Fransa Natonun askeri kanadından çıkmıştır. Buna karşın ABD basıyorsak biz basıyoruz ister kabul edin, ister etmeyin tavrı takınmıştır.
- Ardından Arap İsrail savaşı sonrası dünya petrol krizi dönemi büyük stagflasyon krizi dese de olayda aslında Petro/Dolar sistemine geçilmiş, dünyada petrolün dolar karşılığı satılması karşılığı Arap Şeyleri koltuklarını sağlama almış, petrol fiyatı arttıkça ABD daha fazla dolar basmış, petrol üreten ülkeler ile ABD karşılıklı zenginliklerini artırmışlardır.
- Sovyetler Birliğinin yıkılması sonrası, Globalleşme politikaları ile dünya toplumları, bilgi toplumları, sanayi toplumları, tarım toplumları olarak 3'e ayrılmış, batı biz bilgi üretip, sanayi üretimini Uzak Doğu'ya kaydıracağız, diğer toplumlar da tarım toplumu olarak kalacak fikrini savunurken, zamanla batı bilgiden arkası dolu olmayan finans ve hizmet toplumlarına dönüşmüş, sanayiyi aktardıkları Uzak Doğu ise kendi bilgi birikimini yaratmaya başlamıştır.
- Bunun ötesinde batıda finans sistemi basılan paranın ötesinde, bankaların yarattığı paralar, borsa ve para piyasalarının yarattığı sanal değerler, sanal, karşılığı olmayan emtea türev vaadleri ve parasal karşılık oranları çok düşük mevduat birikimleri ile dolmuştur. Yani karşılıksız basılan paranın çok ötesinde, parasal karşılığı bile bulunmayan türev vaadler, sertifikalar dolayısıyla sistem gittikçe daha fazla ödeme riski ile karşı karşıya gelmeye başlamış, risk arttıkça sadece türev ve sertifika miktarı daha da artmış bulunmaktadır. Bu genel olarak finansal balon olarak tanımlanmaktadır.
- Bu risklerin ortadan kaldırılması, sistemin sahiplerinin üzerine çökmemesi için oyun ve kurallarının değiştirilmesi gerekmekte olup, şimdi muhtemel olan yeşil enerji dolar sistemine geçilmesidir. Bu aşamada petrole dayalı enerji sisteminden, yeşil enerjiye geçilecek olup, ABD ile Ortadoğu Ülkeleri arasındaki esen buzlar, Arapların Yen ve diğer bazı para birimleri karşılığı petrol satmaya başlaması özellikle bu değişikliğe bağlıdır. Değişikliğin yaptırım ayağı ise Kyoto ile başlayıp Paris iklim anlaşması ile devam eden anlaşma ve bu anlaşmaların ekonomik yaptırımlarıdır. Trump ve Çin'in imzalamayı reddettiği bu anlaşma, Biden ile uygulamaya girmiş olup, karbon ayak izine göre ülkeler ve firmalar, hatta zamanla evler (aslında evinizin enerji kimlik belgesi düşündüğünüzden çok daha fazla anlam taşımaktadır. zamanla belgesi olmayan evlere satılan enerji daha fazla vergiye tabi olabileceği gibi uluslararası alanda bunlar başta olmak üzere evlerin yıkılması , hatta yeni nesil şehirler dışında ikamet olmaması savunulmaktadır) (tabi Putty'nin yazlığının enerji kimlik belgesi 4x4'dür) , kullanılan araçlar, araç yakıtları ek vergilere tabi olacaktır. Hatta bu vergilerin sertifikaları uluslararası borsalarda işlem görecek, uluslararası vergiler , yeni nesil vergi rejileri, duyun-u umumiye uluslararası çapta gündeme gelebilecektir.
- Kısacası, rekabet güçlerini kaybetmek istemeyecek, ihraç yasağından kaçınacak, dünyayı kirletme vergileri ile karşı karşıya kalmak istemeyen ülkeler ve fabrikalar ise enerji ve çevre kirletme konularında büyük yatırımlar yapmak zorunda kalacak olup, bunun finansmanı ayağında basılacak dolarları kabul etmek zorunda kalacaklardır. Bu amaçla sırf ABD dönüşümü için basılması gereken doların 100 Trilyon Doları aşması bekleniyor. Yine New York ve Londra gibi finans merkezlerinde bu basılacak paraların diğer ülkelere de borç verilmesi beklenmektedir.
- Yine basılacak paraların sanal para olması da muhtemel olup, fiziki paranın tamamen terk edilmesi de yine muhtemeldir. Bu bakımdan paranın takibi ile kayıt dışı ekonomi istendiğinde ortadan kaldırılabilecek olup, kişilerin harcama ödeme alışkanlıkları bile yönlendirilebilecektir.
Bu aşamada Türkiye'nin yapabilecekleri olanaklar;
- Paris iklim anlaşması sonrasında, yeşil enerjinin önünde durmak pek mümkün gözükmemektedir.
- Enerji kaynağı olarak Rüzgar santrallerinin sayısı artsa da verimliliği de artırılmalı, deniz üzerinde de santraller düşünülmelidir. Güneş enerji hücreleri üretiminde yeni teknolojilere geçilmeli evlerde kullanımları teşvik edilmelidir. Dalga enerjisi teknolojileri üzerinde mutkala çalışılmalı, santralleri kurulmalıdır.
- TOGG bu bakımdan önemli bir adımdır.
- Ama lityum kaynaklarının önemli ölçüde yurtdışında olması ve döşümünde yeterlilik şüphelerine karşın asıl takip edilmesi gereken hidrojen dönüşümüdür. Bu bakımdan bor kaynaklarımız önem arzetmektedir. Hidrojen depolamak çok riskli bir uğraştır. En güvenli depolama ise bor sülfat içinde depolama olarak belirtilmektedir. Bu bakımdan dünyada en şanslı ülke olarak bu konuya mutlaka yatırım yapılmalıdır.
- Karadeniz 100 metre derinliğin altı hidrojen sülfür yatağı olmakla değil Türkiye'nin dünyanın enerjisini yıllarca karşılama imkanına haizdir. Bir üniversitemiz Karadeniz'deki hidrojen sülfürden, hidrojen üretiminin basit ve maliyetsiz bir şekilde yapılabileceğini savunmaktadır. Umarım öyledir ve yapılabilir.
- Yine Akdeniz ve Karadeniz'deki metan hidratlar da çok değerli ise de, henüz maliyet etkin olarak çıkartılma teknolojisi mevcut değildir. Yine hidrojen aksine metan'ın karbon ayak izi bulunmaktadır.
- Geçiş sürecinde bulup işletebileceğimiz her doğalgaz ve petrol kaynağı önemlidir. Zira geçiş belki 10 belki 30-40 sene sürecektir. Adım adım karbon ayakizi vergileri artacaktır.
- Bu süreçte yine Türkiye'nin kendi içinde enerji, gıda, üretim kapasitesi bakımından mümkün olduğunca kendine yeterli olmak yaptırımlara karşı bağışıklık sağlayıcı olabilecektir.
Yani Putty, sorduğun kısa sorunun cevabı, aslında çok detaylı, ana hatları bunlar olsa da, herhalde uzmanları ciltler de yazabilir bu konularda.