Gönderen Konu: Türkiye olmadan tarih çarkı dönmüyor  (Okunma sayısı 2126 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı armata

  • DefenceTurk
  • *
  • İleti: 316
  • 0
Türkiye olmadan tarih çarkı dönmüyor
« : 10 Mayıs 2011, 03:22:10 »
Türkiye’nin çıkarları, milletimizin çıkarları doğrultusunda değiştikçe NATO’nun “kuma kompleksi” de değişecektir.

Akal teke atları menzile koşturuyor doludizgin…

Nalına mıhına koşturuyor.

Eski Türklerle eski Çinliler arasındaki hükümranlık kavgası eskilerde kaldı artık.

Türklerle Çinliler arasındaki tarihi Çin Duvarı diplomasiyle yıkılmak üzere.

Berlin Duvarını Kapitalizm yıktı.

Sonra parça parça pazarladı AVM’lerde.

Satılan ve satın alınan her duvar parçasında fallik bir zafer çığlığı vardı.

Çin ile aramızdaki siyasi duvarı iki millet ittifakla yıkmalıdır artık.

Eski Türkistan’la Çin arasında ekonomik ve siyasi çıkar savaşları vardı.

Göktürk Kitabeleri bizi fazlasıyla “Çin’in ipeğine” hasım kıldı.

Çin’e hasım oldukça, Amerika’nın kot kumaşı sardı bedenimizi.

Hâlbuki Son İmparator’un akıbeti, Abdülhamit’inkinden farklı olmamıştı…

İmparator’un gözüne taktığı gözlük, İngiliz doktorun gözleriyle baktı dünyaya.

Yirminci yüzyıldaki “ideolojik savaş” dünyayı kutuplaştırdı.

Öte yandan müstemlekelerin özgürleşmesi de bu yüzyılda oldu.

Müstemleke ülkelerin çoğu zaten “Müslüman” ülkelerdi.

Ve dillerinde ayetler olduğu kadar, Sosyalist sloganlar da vardı.

Yani bir yandan emperyalizme karşı moral de verdi “Devrimci” ruh.

Öte yandan, kendi içinde bir tür emperyalizmi oluşturdu.

Türkiye Rusya’ya ve Çin’e bu soğuk yüzle baktı.

Türkistan’ın doğusu Çin’de kaldı; Batısı ise, SSCB’nin hükümranlığı altında.

Artık “Batı” ittifakındaydık ya hani.

Beynimiz Batı’dan güdümle, yüreğimiz Doğu’dan seslendi gönülle.

Osmanlı döneminde Türkistan’la Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler akim kalmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti eski hatıralara eğildikçe, köklerini de anımsadı biraz.

Bu anımsamanın özünde tarihsel, dilbilimsel “kökler” ve etnik benzeşimler vardı.

Mustafa Kemal’de Rumeli kadar Doğu Türkistan bilinci de vardı.

Ama savaştan harap olan milletin kendine bakacak mecali yoktu.

NATO’ya girmemiz ve akabinde “yeşil hat” oluşumları kıskıvrak etti diplomasimizi.

Yunanistan bile hem NATO üyesi olup, Rusya’yla Ortodoks kardeşliği yaptı.

Türkiye ise, NATO üyeliğini adeta emir-komuta zinciri dâhilinde algıladı.

Kıbrıs sorununda NATO yanımızda olmadı, olamazdı, karşımızda yer aldı.

Tiananmen Meydanı olaylarında Uygur gençler katledildi, sustuk.

Çin “komünist” diyerek uzak durduk, çekindik.

Hâlbuki siyasi farklara rağmen hem Rusya hem de Çin’le ilişkilerimiz devam etmeliydi.

Üstelik Çin zaten en az kırk yıldır, Amerika ile avantajlı ticaret ortaklığı kurmuştu.

Türkiye ise, Körfez Savaşında bile “delikanlı” tavır takındı.

Uğradığı zararları tazmin etmek bir yana yeni ekonomik zararlara maruz kaldı.

ABD’nin teklif ettiği “ekonomik paketi” reddetti.

Mısır ve İsrail on milyarlarca dolar aldı, ya da borç sildirdi.

Özal’ın pratik liberalizmi nedense bu konuda çok bir Doğulu kaldı.

Türkiye Özal’la “ticaret” istedi.

Kotalar kalksın istedi.

Hatta peşmergeleri misafir etmemize rağmen BM’den bir anlamlı “himmet” bekledik.

Olmadı.

Hâsılı…

Karl Mark’ı en iyi kapitalizm okumuştu.

Önlemlerini alarak sosyal demokrasiyi devreye soktu.

Sosyal patlamaların önüne sosyal demokrasi geçti.

Benzer şekilde, Huntington’un “Medeniyetler Çatışması”nı en iyi Türkiye ve Çin okuyor.

Ve ona göre önlemlerini anlamaya çalışıyor.

Huntington'ın etno- ve logo-sentrik tezlerinin karşısına aldığı Çin ve İslam medeniyetleri Çin Halk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarları doğrultusunda cevabını bulacaktır.

Yalnızlığa ve zoraki dostluklara mahkûm olmadan Türkiye gerçek anlamda “büyük devlet” olma iddiasını sürdürmelidir. Bu aşamada sadece ve sadece ülkemizin ve ülke insanının çıkarları esas alınmalıdır. Özal’ın yaptığı gibi, "Prezidant"ın bir telefonu ülke yöneticilerine “şeref” konusu yapılmadan ve “ahbaplık” ilişkilerinin anlamsızlığını yeniden keşfederek.

İşte bu noktada hükümetin dış politikada açtığı Pandora kutuları ve birbiri içinden ortaya çıkan Matruşkalara aldırmadan ve iç politikaya malzeme yapmadan Davutoğlu’nun yaklaşımlarını devam ettirmesi lazımdır.

Çünkü…

Hükümetin alkışlanacak icraatlarından birisi, farklı eksenler arasında kendine yeni manevra alanları açması oldu. Dahası, körebe oynar gibi eksen aramak yerine Türkiye’nin kendisinin eksen olması zamanıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan “küresel sistem”in dayatmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin pratik ihtiyaçları ve tarihsel korkuları, NATO ve aslında ABD eksenli bir dış politika ve hatta iç politika gütmesini kaçınılmaz kılmıştı.

Özellikle dışişleri bakanı olduktan sonra Davutoğlu’nun izlediği dış politika zekice ve bütüncül yaklaşımları ile düşman değil dost ve akraba tanımları ile şekillendi. Türkiye’nin çıkarları, milletimizin çıkarları doğrultusunda değiştikçe NATO’nun “kuma kompleksi” de değişecektir. Bu bile kendi başına stratejik başarıdır. Şu an her şeye rağmen Batı’ya karşı bir denge iken, ilerde Doğu’dan Batı’ya olan tasallutların da dengesi olacaktır.

Dilerim ki Davutoğlu’nun yıldızı “Davud yıldızı”na yenik düşmez. 

Metin Bosnak - Haber 7

http://www.haber7.com/haber/20110508/Turkiye-olmadan-tarih-carki-donmuyor.php