Arkadaşlar tarihin ve özellikle geçtiğimiz yüzyılın pratiğinden uzak değerlendirmeler yapıyorsunuz.
Öncelikle İran'da Kaçar Hanedanlığı yıkıldığında, Şah Rıza Pehlevi kendisi de Fars'tan çok Türk atadan olmasına karşın koyu bir Fars milliyetçiliği yaparak Türkleri ezmiştir. İran'da molla rejimi Şiiliği öne çıkarmasına karşın, koyu bir şekilde Türk düşmanıdırlar. Kendilerini Hint/Avrupa Kültürünün öncüllerinden sayarak Türkleri aşağılamak milli sporları haline gelmiştir. Bu bakımdan Şiilik öne çıkartılsa bile açıktan bir Türk düşmanlığı şeklinde Şiilik altında İran/Aryan milliyetçiliği bulunmaktadır. Bunun derin tarihi sebepleri de vardır. Öncelikle Şii öğretisi Arap Milliyetçisi İslam anlayışına karşı ilk olarak Yemen'de çıkmış ardından Mısır'a geçip Fatimiler liderliğinde gelişmiştir. Sunni Arap Halifeler gittikçe zayıflarken Türk paralı asker/esirler kullanması ile başlayan süreçte, siyasi gücü Türklerin Sunni İslam’da görmesi ile Şiilere karşı Sunni Halife güçleri yanında yer aldığı bir gerçekliktir. Ancak başlangıçta hatta 16. Yüzyıl sonlarına kadar Türk Sunniliği de Arap Sunniliğinden epeyce farklıdır. Yine Şiilik de Alevilikten çok farklı bir mezhep olup, İran’da, Arap milliyetçiliğine karşı geliştiği söylenebilir. Selçukluların Türklüğü’ne karşı Şiiliğin İsmailiye koluna bağlı Hasan Sabbah’ın Haşhaşi iddialarına karşın aynı zamanda son derece keskin ve muhafazakar bir din anlayışına sahip olduğu da belirtilmektedir. Yani özetle İran’da Şiilik başlangıçta Araplara sonra da sunni Türklere karşı bir hareket özelliğini de göstermekteydi. Yine gerek Sunnilik gerekse Şiilik biz Türklerin başlangıçtaki İslam anlayışına göre sert mezheplerdi.
Buna karşın coğrafyaların Türkleşmesini sağlayan Alperenlerin Horasan İslam anlayışı ise Bektaşi anlayışı ile gelişmekte iken, Sarı Saltuk gibi erenler Müslümanlar yanısıra Hristiyanlar tarafından da eren (Saint) kabul edilebilecek derecede hoşgörü ve adalet timsali insanlardı. Bu bakımdan dini kılıç zoruyla zorla kabul ettirme yolunda olamayacakları gibi, fakir halk üzerinde de ganimet peşinde koşmuyor olmaları, aksine zenginlerden ganimet toplayıp, Müslüman, Hristiyan ayırmaksızın dağıtan kahramanlar olmaları da mümkün olup, yine İslam anlayışları da Bektaşi fıkralarındaki gibi olmasa da, Sunni Arap ulemanın eleştirdiği nitelikte olduğu açıktı.
Neyse bu noktadan konumuza geri dönersek, Bektaşi ocağına bağlı Yeniçeri ocağından, nasıl koyu İslam anlayışına geçildiği ise daha çok Safavi-Osmanlı çekişmesi ile ilgilidir. Akkoyunluların Osmanlı’ya yenilmesinin ardından, İmparatorluk haline gelmiş olan Osmanlı Türkleri hakir görüp İstanbul’a seyahatlerini bile özel izne bağlamış ve yönetimden uzak tutulması gereken Sipahi kaynağı olarak görürken, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın torunu İsmail Türkmen aşiretleri üzerinde Alevilik ve şeyhlik propagandalarına başlamıştı. Bu bakımdan Şah İsmail Alevilik çalışması yaparak kendini dini şeyh olarak tanıtmakta ise demek ki, radikal bir Şii anlayışı yoktu. Yine toparladığı ordu da İranilerden değil Türklerden oluşuyordu. Osmanlı, Farsça ağırlıklı, Türkçe ve Arapça karması bir dil ile yazışırken, Şah İsmail Türkçe yazıp konuşuyordu. Bunun ötesinde Osmanlı Zağros Dağlarından koyu Sunni Şafi mezhebinden Kürt aşiretleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya getirip yerleştirip, Türkmen aşiretleri bölerek bu Kürt aşiretler emrine verirken, Şah İsmail ise tam tersine İrani olan Kürt aşiretleri bölerek Türkmen aşiretlerine bağlıyordu. Yani özetle bugünün PKK bölücülüğü sorunu, büyük oranda, Osmanlı-Safavi çekişmesinde Yavuz Sultan Selim, Kanuni ve 4. Murat gibi padişahların o güne göre milliyetçilik değil, mezhep politikaları üzerinden aldıkları tedbirlerin sonucudur. Bunun ötesinde, Osmanlı ile Safavilerin kendilerini farklılaştırma ve dışlama politikaları da Türk Dünyasında ve İslam’da iki uçta radikalleşmenin artması sonuçlarını doğurmuştur. Şah İsmail sonrası İran her nasılsa Şiilikte gittikçe radikalleşirken, 1700lere Kasrı Şirin anlaşmasına kadar Osmanlı-Safavi çekişmesi iki Türk özlü devleti de gittikçe zayıflatmıştır.
Bugünün İran’ı anne-baba Türk olarak yaklaşık %25 nüfus, dede neneden ise %40 nüfus taşımaktadır. Buna karşın Türklere karşı yoğun bir Aryan ve Aryanlaştırma politikası sosyal alanda ve özellikle internet aleminde aleni olarak ortadadır. Şİİ İRAN’IN, AZERBAYCAN KARŞISINDA ERMENİSTAN MÜTTEFİKİ POLİTİKASI YETERİNCE ALENİ DEĞİL MİDİR Kİ, YOKSA BİZDE DE SUNNİ GÜDÜLÜ KÖRLÜK MÜ OLUŞMUŞTUR Kİ, Şİİ MOLLALARIN TÜRK DÜŞMANLIĞI POLİTİKASINA KARŞI KÖRÜKLE YAKLAŞIM YAPILMAKTADIR. Üstelik bu söylemlerin arasında, hükümet ısrarla iranla çatışma ortamından uzak durmaya çalışırken, mezhepçi hükümet söylemi kafa karışıklığını göstermektedir.
Bu halde geçmişte Osmanlı_Safavi çekişmesi bugüne mirasını PKK bölücülüğü, Türk Dünyasının bölünmesi, Orta Asya ile Anadolu bağının kopması, dinde radikalleşme gibi miraslar getirmişken, bugün çekişme devam edecek midir ? Nasıl ve hangi politikalarla devam edecektir ? Politikalarını bu güçler mi belirleyecektir, yoksa dışarıdan mı körüklenecektir ? Çekişme yerine işbirliği yapılabilir mi, nasıl ve hangi yollarla yapılabilir ? Bunlar yarın için önemli sorulardır.