Sıradaki kitap bu. Bunun da yarısı bitti. Ölüme yakın deneyimler yaşayanlarla ilgili yapılan bilimsel çalışmalardan bahsediyor. Farklı kaynaklardan okuduklarımı doğrular nitelikte farklı kişilerin yaşadığı olayları değerlendiriyor. Gerçekten çok ilgi çekici.
Bu kitaptaki bir bölüm bu konuyu da içerdiği için sizinle paylaşmak istedim. Bir trafik kazası sonrası ölüme yakın deneyim yaşan birinin anlattıkları.
Trafik kazası sonrası çoğu ölüme yakın deneyim yaşayanların anlattığı gibi karanlık bir yerde kendisine tüm yaşamı gösteriliyor. Bir film izler gibi aynı anda tüm yaşamını seyrediyor. Zaman kavramı çok farklı. Kiminle etkileşime geçtiyse, onlara yaşattığı tüm duyguları hissediyor.
Hayatını izleme bittikten sonra uzaklarda bir ışık görüyor. Işık adeta onu kendisine çekiyor. Yaklaşıyor. Devasa bir ışık konisi. Işığa yaklaştıkça müthiş huzur hissediyor. Işığın etrafında dönüyor. Dönerken de barış, mutluluk, sevgi, ebediyet gibi sözcükler duyuyor.
Sonra ışığın içine giriyor ve o anda bir sevgi patlaması yaşıyor. O anki duygularını hiçbir sözcüğün tarif edemeyeceğini belirtiyor. Evrenin tüm bilgisinin kendisine açık olduğunu hissediyor ve soruyor. Aynen paylaşıyorum
"Başka bir yerde yaşam var mı?"
Cevap büyük bir EVET oldu.
İkinci sorum: "Bizim dünyada sahip olduğumuz yaşam formlarından daha üstün yaşam formlarına sahip başka gezegenler var mı?"
Bu sorunun cevabı "dünyada bildiğinizden çok daha yüksek evrime sahip binlerce gezegenin bulunduğu" oldu.
"Dünyadan daha düşük bir evrim düzeyine sahip gezegenler var mı?"
"Evet, binlerce!"
"Daha yüksek evrime sahip bir gezegenin nasıl göründüğünü öğrenebilir miyim?"
"Evet, işte oradasın!"
Bir anda başka bir gezegendeydim. Bedenimi orada görebiliyordum (ışığın içindeyken bedenimi göremiyordum). Oradaki varlıkların arasındayım ve onlarla konuşabiliyorum. “Ne kadar harika” diye düşündüm. Beni yanlarında gördüklerine çok şaşırdılar. Düz bir zemine sahip bir tür şehirdeydim. Binaların pencereleri ya da kapıları yoktu. Tıpkı büyük kutular gibiydiler. Özel bir giriş yolları vardı ama bunu bilmek benin çok önemi değildi. Orada sesle değil, zihin yoluyla (telepatiyle) iletişim kuruyorduk. Birbirimize söylediğimiz her sözü anlayabiliyorduk. Konuşurken onlarla başka bir dil konuşuyordum. Bütün bunlar otomatikman gerçekleşiyordu.
Bana nereden geldiğimi sordular. Hafızama yerleşmiş, gezegenimden görünen yıldız görüntülerini görmek istediler. Sonuç çok güzeldi. Ayrıca dünyada nerede doğduğumu, neleri görmekten ve yapmaktan hoşlandığımı öğrenmek istediler. Onlara Caplan adını taşıyan bir köyde doğduğumu anlattım. Bu gölgelerin hafızamdaki haritasını ve görüntülerini görmek istediler. Göstermemi istediler. Sonuç iyiydi. Onlara zihinsel olarak haritayı gösterebiliyordum. Bana yaşamak için enerjiyi nereden aldığımı sordular. O anda tuhaf bir tarzda yiyecekten bahsettiklerini biliyordum. Onlara yeryüzünde yediğimiz bitkilerden söz ettim. Yine sordular; " eskiden canlı olan varlıkları da yiyor musunuz?”
"Evet" dedim.
“İlkel medeniyetler olduğunu biliyorduk ama bu kadar kötü olabileceğini düşünmüyorduk” dediler.
Böylesine ilkel bir dünyadan birisinin onları kendi gezegenlerinden ziyaret etmesine çok şaşırdılar. Grubun başındakine sordum:
“Siz yaşam enerjisini nereden alıyorsunuz?”
“ Sizin gibi kozmik güçten alıyoruz, ama sizin yaptığınız gibi doğal aracılar yoluyla değil doğrudan alıyoruz”.
“Bazen başka dünyalara seyahat ediyor musunuz?”
“Evet ediyoruz”.
Bana bir uzay gemisi gösterdiler. Kanatsız bir uçağa benziyordu.
“ O kadar uzağa gidebilmek için ne tür bir enerji kullanıyorsunuz?”
“Neredeyse sınırsız bir hıza ulaşmak için bir yer çekimi jeneratörü kullanıyoruz”.
Yeryüzünde yer çekiminden kaynaklanan büyük ivme sorunundan bahsettim.
“Bizim yer çekimi jeneratörümüz içindekiler dahil olmak üzere bütün uzay gemisini etkiliyor, bu yüzden yolcuları ya da mürettebatı etkileyen bir yer çekimi yoktur.”
Fiziksel olarak bizden daha kısa olduklarını ve daha yavaş konuştuklarını anımsıyorum. Ayrıca soluyacakları havaları yoktu. Tenlerini de şekillendiren ve onun bir parçası gibi görünen tuhaf bir üniforma giyiyorlardı. Nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak imkânsızdı. Bana yakın gelecekte dünyaya gelebileceklerini, ama dünyanın çok uzakta olduğunu söylediler. Onlarla vedalaşıp verdikleri bilgi için teşekkür ettim. Sonra onlardan uzaklaşıp yıldızlara baktım. Dünyaya benzer bir yer yoktu; ama gökyüzü yıldızlarla dolu ve güzeldi.
Öyküme geri dönersem; o gezegenden yıldızları seyrettikten sonra kökenime, her şeyin kökenine, Işığa dönmeye karar verdim. Ne kadar fantastik bir seyahat oldu.
Işığa döndüğümde az gelişmiş gezegenleri görmek istedim.
İlkel mağara adamları ( her yerleri kılla kaplı) tuhaf hayvanları kovalıyorlardı. Onlarla iletişim kurmak istedim; ama beni göremediler ve işitmediler. Burası ilginç gelmediği için ışığa geri dönmeye karar verdim. Geri döndüğümde ilkel dünyalara müdahale edemeyeceğimizi, zira bunun onların evrimi açısından tehlikeli olduğunu öğrendim.
Dünyaya ilişkin bazı sorular sormak aklıma geldi: “Bizim takvimimize göre yeryüzündeki yaşam kaç yıl daha sürecek?”
“3587”
“Peki o tarihte ne olacak?”
“Kendin gör”
Dünya üzerinde hala insanlar varken gerçekten büyük bir cismin gelmekte olduğunu gördüm, yeryüzünde toplu bir panik vardı. Bilim adamları bu cisim yüzünden yeryüzündeki yaşamın sona ereceğini biliyorlardı ve ondan kaçınacak halde değillerdi…