MUAVENET KASTEN VURULDU ( 1 )
Gemi, vatan toprağı kabul edildiğine göre Türkiye bunu cevapsız bırakamazdı. Bu noktada olayın kaza mı, yoksa kasıt mı olduğu önem kazandı. Aksiyon olayı bütün yönleriyle araştırdı
Türkiye'nin cumhurbaşkanı ile mevcut hükümet arasında iç çekişmelerin yaşandığı günlerdi.
Bir yandan cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtlayacak by-pass yasalarıhazırlanıyor, diğer taraftan DYPSHP koalisyon hükümeti devletin en üst makamını yıpratmayı göze alarak Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı makarnından indirmek için diğer partilerle konsensus oluşturmaya çalışıyordu. Parlamento ve kamuoyu bu tartışmaların yanısıra, görev süresinin her uzatılışı olay haline gelen "Çekiç Güç" konusunu gündemine almış, konuyu enine-boyuna araştırıyordu. Tam bu sırada "Ege"den, Ege'nin bu defa "ihtilafsız" sularından gelen bir haber, bu yoğun gündemin ortası na bomba gibi düştü.
Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait "TCG Muavenet" Muhribi, katıldığı Nato tatbikatının ara safhası bittikten sonra, intikal seyri esnasında iki güdümlü mermi ile vurulmuştu. Vuran gemi ABD'ye ait daha önceden sabıkalı "Saratoga" uçak gemisi idi. Gemiden atılan iki adet "Sea Sparrow" füzesi geminin köprü üstüne isabet ederek havaya uçurmuş, geminin beyni konumundaki köşk onarılamayacak derecede hasara uğramıştı. İşin daha vahim olanı bu sırada görev yapmakta olan başta gemi komutanı olmak üzere beş Türk denizcisinin hayatını kaybetmiş olmasıydı.
Yakından tanıyanların anlattıklarına göre geleceği oldukça parlak bir subayolan komutan Dz. Kur. Yb. Kudret Güngör, vardiya subayı Dz. Tğm. Alpertunga Akan, Tls. Astsb. Çvş. Serkan Aktepe, telefoncu ikmal çavuş Mustafa Kılınç ve topçu er Recep Akan bu korkunç olay sırasında şehit olmuşlardı. Ülke yitirdiği evlatlarının acısını yüreğinde hissederken, bu inanılmaz olayın şokunu yaşıyordu.
Hiç şüphesiz olayın acısını en yoğun hisseden, şoku en derin yaşayanlarsa tüm komuta kademesi ile birlikte Silahlı Kuvvetler'di. Faili bir "müttefik" olmasa savaş sebebi olabilecek böyle bir olayda, en yoğun tepkiyi de onlar verdiler. O günleri hatırladığında duyduğu derin öfkeyi unutamadığını söyleyen emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş; "Olaya sebep olanı bulsaydım, o an herhalde boğar, öldürürdüm" diyerek, silah arkadaşlarının hislerine tercüman oluyordu.
GEMİYE SALDIRI SAVAŞ SEBEBİ
Uluslararası hukuk açısından savaş gemisinin statüsü elçiliklerden çok farklı değiL. Bayrağını taşıdığı ülkenin egemenlik haklarını ifade etmekte, ülke toprağı kabul edilmektedir.
Bu sebepten savaş gemilerine yapılan tecavüzler, ülke toprağına yapılmış gibi muamele görür. Savaş gemisine yapılan hasmane bir saldırının karşılığı misliyle muameledir.
Tarihimiz savaş gemilerimizin kahramanlık destanlarıyla dolu olduğu gibi, gemilerimizin diplomatik misyon üstlendiklerini gösterir örnekler de . çoktur. Sonu facia ile biten "Ertuğrul Muhribi"nin Japonya'ya yapmış olduğu ziyaret bunun en güzel örneğidir. Birçok enteresan hadisenin yaşandığı bu yolculuk esnasında, savaş gemilerinin mısyonu ve statüsünü göstermesi açısından nakledeceğimiz hadise oldukça önemlidir.
Sultan İkinci Abdülhamit zamanında, Japonya'ya gi den "Ertuğrul Muhribi" uğradığı Hindistan limanlarında, Müslüman halkın yoğun teveccühüne mazhar olur. İslam hukukuna göre yaşadıkları topraklar hür kabul edilmediği için "cuma" namazlarını kılamayan Hindistan Müslümanları, hür toprak kabul edilen "Ertuğrul" muhribinde cuma namazı kılar ve yıllar sonra cuma namazını kılmanın sevıncını yaşarlar.
Savaş gemilerinin statülerini sorduğumuz Devletler Hukuku Doçenti Dr. Hakan Baykal; "Harp gemileri devletin bir yerde haysiyetini, şerefini, egemenliğini temsil ettiği için bu itibarla bunların dokunulmazlığı sözkonusudur. Statüleri uluslararası anlaşmalarla belirlenmiştir. Savaş gemilerine yapılan saldırı savaş nedenidir" diyerek konunun hiç de hafife alınacak cinsten bir olay olmadığını söylüyor.
50 YAŞINDA BİR GEMİ
Muavenet Muhribi, ABD tarafından Türkiye'ye 1972 yılında verilmişti. 1942 yılında inşa edilen gemi otuz yıl boyunca ABD donanmasında görev yaptıktan sonra Türkiye'ye verildi.
İkinci Dünya Savaşı'nı gören muhrip, Türk Donanması'nda görev yaptığı yıllarda Kıbrıs Barış Harekatı'na katılmıştı.
Vurulan Muavenet Muhribi, donanmada aynı ismi taşıyan üçüncü gemidir. İlki Birinci Dünya Harbi sırasında Almanya'ya yaptırılır.
İkincisi ise yine savaş yıllarında, bu defa İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere'de inşa edilir. İkincisi 1960 yılında hurdaya ayrılan geminin adı, bu defa ABD’den alınan "USS GWİN" muhribine verilmişti.
2 Ekim 1992 tarihinde "Kararlılık Gösterisi-92" tatbikatı sırasında, Ege Denizi'nde vurulan muhribin ilginç bir hikayesi vardır: Deniz Kuvvetleri'nde sürgün yeri olarak görülen gemi, vurulmadan önce "Biji" Muavenet lakabıyla anılır. Bahriyelilerin anlattıklarına göre, PKK propagandası yapan iki astsubayın yakalanması yüzünden lakabı "Biji"ye çıkan geminin daha önceki lakabı da Hacı'dır. Daha çok dindar personelin görev yaptığı gemi bu özelliği yüzünden kısa sürede donanmada şöhret bulmuştu. En son lakabı ise yaşadığı facianın izlerini taşımaktadır. "Hacı, Biji Muavenet" sonunda "Gazi" lakabını alarak hurdaya ayrıldı, ismi daha sonra ABDiden alınan "Knox" sınıfı fırkateynlerden birisine verildi.
Geçen sene Aksiyon Dergisi, Knox sınıfı fırkateynleri konu edip, araştırdığında karşımıza çıkan ilginç iddialar, konunun üzerine tekrar gitmemize, Muavenet dosyasını açmamıza neden oldu.
Olayın tarafı olan Deniz Kuvvetleri'nden bir yetkili ile görüşme isteğimiz, Genelkurmay Başkanlığı'nca "Olayı müteakip günlerde kamuoyu konu ile ilgili her türlü bilgiye kavuşmuş bulunmaktadır. Aktüelliğini kaybetmiş olan bu üzücü hadiseyi 3.5 yıl aradan sonra tekrar gündeme getirilmesinde fayda görülmemektedir" cevabı verilerek kabul edilmedi.
Oysa bizim söyleyecek çok sözümüz, soracak sorularımız vardı.
KORKUNÇ GECEYİ BÜTÜN DEHŞETİYLE YAŞADIM
Olayanında gemide bulunan ve adının açıklanmasını istemeyen bir gemi personeli, olayı, işin içine vicdani sıkıntılarını da katarak şöyle anlatıyor: "Gemi vurulduğu an çok büyük gürültü ile sarsıldık. Bu arada biz televizyon infilak etti gibi algıladık. Peşinden ikinci bir infilak daha olunca~ ilk etapta sabotaj ihtimali aklımıza geldi. Silahlı Kuvvetler'e karşı, PKK, DHKP-C gibi bir grubun veya yandaşlarının gemide ya pmış olduğu faaliyet olarak yorumladık. Tabii ondan sonra gemide yangın çıktı. Bu yangına müdahale etmek durumunda kaldık.
Patlama olduğu esnada biz salonda oturuyorduk. Ondan sonra yangın var diye bir panik başladı salonun içinde. Gemi infilak edecek, cephanelik infilak edecek, cephaneliğe bomba koymuşlar gibi konuşmalar oluyor. Güverteye çıktığımız esnada baktık ki baş tarafta, köprü üstünde bayağı yüksek alevler var. Gördüğüme, yakaladığıma 'Hadi yangına girelim, yangını söndürelim' diye bağırıyordum.
Fakat bu insani, bilinçli olarak yapılan bir hareket değildi. Gayri ihtiyari, bir hayvanın kendini korumasına benzer bir olaydı. Kaşla göz arasında, saniyelik düşünceler arasında insan bazı şeyleri de düşünüyor. Biz bu yangına girmezsek öleceğiz, çünkü gemi infilak edecek. Yangına müdahale ettiğimiz esnada gemi infilak ederse gene öleceğiz. Gene bir şey değişmeyecek. Söndürürsek kurtulacağız. Saniyede insanın beyninde cereyan eden düşünceler. Sonra hortumlar çekildi, yangına girildi. Yangına müdahaleye başladık. İlk etapta yangına giren beş veya altı kişi idik. Yangın yavaş yavaş sönmeğe başlarken yoğun dumanın olduğu komodor kamarası en son tahliye edilen yerdi."
İsminin açıklanmasını istemeyen personel "US N avy yazılı, roketin kuyruk parçası bulunmasaydı, olayın tamamen sabotaj olduğunu düşünecektik" diyerek o anki panikte aklına gelenleri anlatırken "Bu parça bulunmadan önce herkes kendisini suçluyor. Bizden mi oldu? Ne oldu? Nöbetçi arkadaş, gemiye bir paket girdi de farkedemedi mi? İnsanın kendi kendine yaptığı yargılamalar var. Sonradan öğrendiğimize göre herkes bu yargılamayı yapmış" şeklinde konuşuyor.
Gemide patlamadan sonra oluşan yangını söndürmek için diğer gemilerden herhangi bir yardım yapılıpyapılmadığı şeklindeki sorumuza; "Yangın söndürme esnasında hiç kimsenin yardımı olmadı. Olması da zaten mümkün değildi. Çünkü yangın sürdüğü müddetçe, ağzına kadar cephane yüklü geminin infilak tehlikesi vardı. Bize yardıma gelenlerin felaketine sebep olabilirdik" diye cevap veren görevli bu sırada gemide trajedi ile komedinin birlikte yaşandığını söylüyor:
"Askerlikte bazı kurallar vardır. Adam eline silahı almış, kendi beynine dayamıştır. Dur, vururum seni dediğin zaman silahı bırakır, hemen hazırola geçer. Emir almaya, itaat etmeye, kısacası disipline alışmışlardır. O akşam da hadise böyle olmuş. Galiba Ahmet diye bir astsubay arkadaş olaya müdahale etmiş. Bölüğe bakan bir arkadaş olduğu için erleri tanıyor. Denize atlamaya çalışan insanlar, askerler var. Onlara, denize atlarsanız hepinizi döverim demiş. Halbuki atlasa, kaçıp gidecek. Bu sefer toparlanmışlar. Bu işe girişen kaç kişiydi, bilemiyoruz. Bize 15 ila 35 kişi arasında değişen bir gruptan bahsedildi. Aslında bayağı kalabalık bir grup. Sert bir şekilde müdahale edildiği için, olay o şekilde engellenmiş."
UYKUDAN UYANDIRDILAR
Gemide bunlar olurken, Ankara'da Deniz Kuvvetleri karargahında büyük kargaşa yaşanır. Olay önce "Muavenet Muhribi'nde nedeni bilinmeyen iki patlama oldu" şeklinde duyulur. Saatler geçtikçe gerçek ortaya çıkar, ilk başlardaki şaşkınlık yerini acı ve öfkeye bırakır. .
"Olay saat birde olmuş. Benim bir otuzda haberim oldu. O sırada İstanbul'daydım. Ankara'dan telefon geldi. İlk önce dediler ki, Muavenet'te iki tane infilak olmuş. Aklıma hiç bunlar gelmiyor. Sabotaj falan diye düşünüyorum. Biraz da uyku sersemliği var. Arayan amirale kapat telefonu, kendime geleyim, on beş dakika sonra ara dedim. Elimi-yüzümü yıkadım, kendime geldim. Yanlış bir karar vermeyeyim diye zamana ihtiyacım oldu. Sonra tekrar telefon ettiler, yanlışlıkla bir gemiden füze atılmış dediler. Hangi gemiden atıldığı da belli
değiL. Hemen Donanma Komutanı'na emir verdim. Gece, helikopterle doğrudan doğruya İzmir'e, oradan da gemiye git dedim. Emri verip, harekat sahasına gönderdim. Olayı sonradan öğrendim" diyerek komutanlık katında olayın nasıl cereyan ettiğini anlatan emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Beyazıt, gerekli girişimlerin hemen başlatıldığını belirtiyor. İlk anda Türkiye'nin tepkisi son derece sert bir şekilde karşı tarafa intikal ettirilir. Ankar~'da Genelkurmay Başkanlıgı ve Denız Kuvvetlerı Komutanlığı, "Muavenet" gemisinin vurulmasını tüm ısrar ve baskılara rağmen ilk başlarda "kaza" diye nitelendirmez. Yapılan açıklamalarda "müessif olay" tabiri kullanılır.
"Daha sonra Nato Başkomutanı, Ankara'ya, Genelkurmay Başkanı'na geçmiş olsuna geldi. Şimdiki ABD Genelkurmay Başkanı Shali Khasvilli. Genelkurmay Başkanı beni de çağırdı. Benim içim kan ağlıyor. Shali Khasvilli, bu kazadan dolayı en büyük üzüntülerimi bildiririm dedi. Ben, daha kaza olup olmadığı belli değiL. Bir tahkikat yapılır. Kaza olupolmadığı ortaya çıkar. Şimdilik kaza demeyelim. Bir olayolarak bunu kabul edelim, belki kasti olabilir dedim.
Adam, benim sözüm üzerine müthiş bozuldu. Biz müttefikiz, bunu kaza olarak yorumlamak lazım dediyse de, biz dinlemeyip oradan ayrıldık" diyerek Ankara'nın olaya yaklaşımını ve tepkilerini özetleyen Vural Beyazıt Paşa, ilk başta ABD'li gemi personelinin kasti bir tavrının söz konusu olabileceğini düşünerek, Saratoga gemisi personelinin etnik kökenini araştırdıklarını, bunun için ABD'ye baskıyaptıklarını söylüyordu.
"Saratoga gemisi mürettebatının bütün kökenlerini araştırdık. Rum mu, Ermeni mi, Yunanlı mı diye. ABD'de yasak olmasına rağmen araştırdık. Koca gemi, beşbin tane personeli var" diyen dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Beyazıt, Türkiye'nin olaya yaklaşımının ne derece kuşkucu olduğunu ortaya koyuyordu.
Olay gerçekten de kuşkulanılma yacak gibi değildi. Dörtlü şifre ve kilit sistemiyle çalışan bir güdümlümerminin, hedefi "track"layarak ateşlenmesi her türlü şüpheyi akla getirecek özellikteydi. Buna rağmen olayı araştırmak üzere İzmir'e gönderilenler gazetecilere olayın "teknik arıza" sonucu gerçekleştiğini açıklamış olmalarına rağmen bunun o aşamada bilinebilmesi imkansızdır. Nitekim, Muavenet gemisinin Gölcük Limanı'na gelişinin ardından Kuvvet Komutanı Oramiral Vural Beyazıt'ın muhribe yaptığı ziyaret öncesi, Donanma Komutanı Oramiral Güven Erkaya, gemi personeline İzmir'de yapılan açıklamayı nakzeden bir konuşma yaparak, olaydaki karanlık noktaların aydınlatılmasını istiyordu.
APO'NUN YEGENI, MUAVENITTE ŞEHID OLDU
Muhripte şehit olanlara, Gölcük'te görkemli bir tören yapılır. Beş şehit için yapılan törenlere başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere, üst düzey asker ve sivil yetkililer katılmıştı.
Bu sırada ilginç bir gerçek ortaya çıkar. Şehi tlerden topçu er Recep Akan'ın, Türkiye'nin başına yıllardır bela olan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın, yani APO'nun yeğeni olduğu öğrenilir. Efendi davranışlarıyla gemi personelinin dikkatini çeken ve sevgisini kazanan Recep Akan'ın dayısı ile hiçbir benzer tarafı yoktur. Ka derin garip bir cilvesi, APO'nun yeğeni askeri törenle, doğduğu yere, Urfa'nın Halfeti ilçesine defnedilmek üzere gönderilir. OLAY NASIL OLDU?
Vural Paşa geminin vurulma olayını şöyle anlatıyor: "Bütün dikkatlerini hava harbine toplamışlar. Hava harekatı bekliyorlar. Onun dışında birçok iş yapılıyor bu gemide. Yangın eğitimleriniz olur, V.s. Saratoga uçak gemisi bunların hiçbirisini yapmıyor. Gemi Adriyatik'te görev yapıyor. Adriyatik'te hava şu; o zaman Yugoslavya her an saldırır, hava harekatıyapar psikolojisi var. ABD'liler de her an bu tehdit altında. Akılları-fikirleri Adriyatik'te kalmış. Gemi Ege'ye geliyor tatbikat için, bir AIlah'ın kulu, "Gemimiz Ege'ye intikal etmiştir" diye devreden anons yapmıyor. Ne komutan, ne de ikinci komutan, böyle bir eğitimimiz vardır demiyor. Sivri akıllı bir yüzbaşı gece yarısı eğitim yapacağız diyor. İlgili personeli yataktan uyandırıyor. Halbuki eğitim bir bütündür. Tek bir şeyin eğitimi olmaz. Bir çok eğitim çalışması birarada yapılır. Bunu komutana da sormuyor. Gemide grup komutanı olan bir amiral var. O amirale gidip müsaade istiyor. O, bana ne, git kendi gemi komutanınla konuş diyor. O da kendi inisiyatifiyle eğitime başlıyor. Söylediği, ağzından çıkan laflar o merminin harpte kullanılması için kullanılan kumandalar. Yüzbaşı kendini daha Adriyatik'te zannediyor. "Burst Away, Burst Away" füzeleri düşman üzerine fırlat demektir. Yüzbaşı "Burst Away" diyor. Halbuki böyle dememesi lazım. Neticede bir asker oradaki. Denileni yapmak zorunda. Hedefi ayarlayıp, ateş ediyor. Olacak iş değiL."
Konu hakkında en detaylı bilgiye sahip olabilecek isimlerden emekli Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreşde, bu bilgiyi teyid ediyor. Olayın, Sara toga gemisi personelinin disiplinsizlik ve eğitimsizliğinden kaynaklandığını, bunun ABD'lilerin hazırladığı rapora Türk tarafının ısrarlı takibi sonucu aynı şekilde yazdırtıldığını söylüyor.
Her iki komutanımız da, yapılan araştırma neticesinde olayda kasıt unsurunun bulunamayacağını belirtiyor. ABD'lerinin müttefikirniz olduğunu, karşılıklı olarak en gizli sırların birbirine aktarıldığını, hatta tatbikatlarda şifrelerin bile ABD'lilerden alındığınısöyleyen komutanlarımız, "eğitimsizlik ve disiplinsizliğin" yolaçabileceği facialara en güzel örneğin bu olay olduğunu belirtiyorlar.
Resmi açıklamalar her ne kadar bu minval üzere hazırlanmış olsa da, Deniz Kuvvetleri camiasını tatmin etmekten uzak bulunuyor. Silah sisteminin işleyişini bilenlerin itirazlarıyükseliyor. Gemi komutanının bilgisi dahilinde olmadan füzelerin ateşlenmesinin mümkün olmadığını belirten denizciler, konunun daha farklı boyutları bulunacağını söylüyorlar.
Kaynak..Aksiyon Haftalık Haber Dergisi
DEVAMI VAR