Türkiye Akdenizde MEB ilan ettiği an Yunanlılarda Egede kıta sahanlıgını 12 mile çıkaracak belkide MEB ilan edecek o zaman bizde Egede kilit yiyecez gemi dahi indiremicez Egeden... Akdenizde MEB ilan etmek çok kolay lakin bunun birde Ege kısmı var.
[/quote]
Sn Mugen Egede Yunanistanin 12 mil Kita sorunlugu ile Akdenizdeki Turkiyenin MEB alani ile baglanti kurma tezi ile ilgili gorus genelde ,Yunan tafinca gundeme getirilme icerisinde olmakle birlikte yerel medyamizda da zaman zaman gorus islenmekte. Ancak Turkiye cumhuriyetinin Ege Kita sahanligi hakkindaki resmi gorusu asagidaki sekildedir. Ayrieten sizler icin Yunanistan EX basbakani Ciprasin 12mil cikarma cabalari ve Turkiyenin hamlelerini iceren genel aciklama da paylasiyorum "Biraz uzunca pardon"Başlıca Ege Denizi Sorunları
Ege Denizi’ndeki başlıca sorunlar esas olarak 5 kategori altında toplanmaktadır:
1. Bunlardan ilki karasuları ve kıta sahanlığı ile bu alanların sınırlandırmalarını da kapsayan deniz yetki alanlarıyla ilişkilidir.
a) Karasuları
Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmemiştir.
Şu anda, hem Türkiye hem de Yunanistan karasularının Ege Denizi’ndeki genişliği 6 deniz milidir. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki sahillerinin coğrafi konumu birbirine yan yana ve aynı zamanda karşı karşıyadır, bu da bir sınırlandırmayı gerekli kılmaktadır.
Deniz alanlarının kesiştiği ya da bir noktada birleştiği yerlerdeki yakın ya da karşıt konumlar arasında bulunan deniz alanları sınırlarının anlaşmayla belirlenmesi gerekliliği uluslararası hukukun temel bir kuralıdır.
Bununla birlikte, Ege Denizi örneğinde, sahillerin karşıt olduğu alanların yanı sıra sahillerin bitişik olduğu bölgelerde de karasuları çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan arasında herhangi bir deniz sınırı mevcut değildir.
Karasularının 12 deniz miline çıkarılması, Ege Denizi’ndeki çıkar dengelerini Türkiye’nin aleyhine orantısız bir şekilde değiştirecektir. Şu anda, sahip olduğu birçok ada sebebiyle, Yunanistan’ın karasuları Ege Denizi’nin %40’ını oluşturmaktadır. Karasularının 12 deniz miline çıkarılması durumunda bu oran %70’e yükselmektedir. Bu durumda açık deniz büyüklüğü %51’den %19’a düşerken, Türkiye’nin karasuları da Ege Denizi’nin %10’undan daha az kalmaktadır.
b) Kıta Sahanlığı
Ege’deki deniz yetki alanları ile ilgili bir başka temel sorun Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırının belirlenmesi konusudur.
Ege’de Türkiye ve Yunanistan’a ait kıta sahanlığının sınırları henüz belirlenmemiştir. Şu anda ne Türkiye ne de Yunanistan Ege’de 6 deniz mili mesafesindeki karasularınının ötesinde, sınırlandırılmış bir deniz yetki alanına sahip değildir.
Tartışmanın esas konusu, “Ege Denizi kıta sahanlığının Türkiye ve Yunanistan arasında, iki kıyı devletinin 6 deniz mili olan karasularının ötesindeki alanların da sınırlandırılmasıdır”.
2. Ege sorunlarının bir diğeri 1923 Lozan Antlaşması, 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsüdür.
Doğu Ege Adaları, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması da dahil olmak üzere birtakım uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırılmıştır.
Halen yürürlükte olan ve dolayısıyla Yunanistan’ı yasal olarak bağlayan bu uluslararası anlaşmalar, Doğu Ege Adalarının silahlandırılmasını yasaklamakta ve bu maksatla Yunanistan’a yasal yükümlülükler ve sorumluklar da getirmektedir.
Bununla birlikte, Yunanistan Türkiye’nin itirazlarına rağmen uluslararası hukuk çerçevesinde ahdi taahhütlerini ve antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal ederek 1960’lardan beri adaları silahlandırarak Doğu Ege Adalarının silahsızlandırılmış statüsüne aykırı hareket etmektedir.
Diğer taraftan Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisini kabul ederken, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak Divanın zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların silahlandırılmasına ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi hedeflemiştir. Bu durum, Yunanistan’ın anlaşma yükümlülüklerini ihlal ettiğinin Yunanistan tarafından zımnen kabul edilmesidir.
3. Ege’ye ilişkin bir başka temel sorun, bazı coğrafi formasyonların yasal statüsüne ilişkindir.
Ege’deki bazı coğrafi formasyonların hukuki statüsüyle ilgili anlaşmazlık konusu esas itibariyle, antlaşma yorumuna ilişkin bir uyuşmazlıktır.
Bu uyuşmazlık, belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü ve Ege’deki statükoyu belirleyen antlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonların üzerindeki egemenliğin aidiyeti ile ilgilidir.
Böylelikle tartışma, ilgili ve geçerli uluslararası enstrümanların egemenlik ile ilgili hükümlerinin anlamı, kapsamı ve hukuki sonucuyla ilişkili, tarafların birbirinden farklı yorumlarından doğan iddiaların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Türkiye, uluslararası alanda geçerliliği olan enstrümanlarla açık bir biçimde Yunanistan’a bırakılmış olan adalar, adacıklar ya da bu tür formasyonlar üzerinde herhangi bir hak iddia etmemektedir. Ancak Ege Denizi’nde egemenliği açık olarak Yunanistan’a bırakılmayan birçok adacık ve coğrafi formasyon olduğu da tartışmasız bir gerçektir.
Bu tartışmalı coğrafi formasyonlardan bazıları Türkiye’nin Ege Denizi sahillerine çok yakındır. Aslında bu mesele, iki ülke arasındaki deniz sınırlarının belirlenmesinin önündeki engellerden biridir.
4. Ege sorunlarının dördüncüsü, Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak ulusal hava sahasının 10 deniz mili genişliğinde olduğunu iddia etmesi ve Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu istismar etmesidir.
Yunanistan’ın 10 deniz mili genişliğinde ulusal hava sahası iddiası Ege hava sahası anlaşmazlığının temelini oluşturmaktadır. Bu ihtilafın ana nedenleri Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunun Yunanistan tarafından ısrarla istismar edilmesi ve Yunanistan’ın karasuları genişliğinin 6 deniz mili olmasına karşın, ulusal hava sahası genişliğinin 10 deniz mili olduğuna yönelik Yunan iddiasıdır. Uluslararası hukuka göre, bir ülkenin karasuları genişliği aynı zamanda o ülkenin ulusal hava sahasının genişliğini de belirler. Yunanistan 1931 yılında o tarihte karasularının genişliği 3 deniz mili olmasına karşın, ulusal hava sahasını 10 deniz mili olarak deklare etmiştir. Yunanistan daha sonra 1936 yılında karasularını günümüzde uyguladığı 6 deniz miline çıkartmıştır. Bu nedenle Yunanistan’ın ulusal hava sahasının 10 deniz mili olduğu iddiası uluslararası hukuk çerçevesinde savunulabilir bir yanı bulunmamaktadır. Yunanistan’ın 6 deniz mili genişliğinde olan karasuları ile 10 deniz mili olarak deklare ettiği ulusal hava sahası arasında kalan saha uluslararası hava sahasıdır. Yunanistan’ın 10 deniz mili genişliğindeki hava sahası iddiası ne uluslararası alanda ne de Türkiye tarafından tanınmaktadır.
5. Ege sorunlarının beşinci kategorisi Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleriyle ilgilidir.
Denizde Arama Kurtarma faaliyetleri 1979 tarihli Denizde Arama Kurtarmaya ilişkin Uluslararası Sözleşme (Hamburg Sözleşmesi) ile düzenlenmiştir.
Hamburg Sözleşmesi’ne göre, ilgili taraflar arasında anlaşma yoluyla arama ve kurtarma sahaları belirlenemediği takdirde taraflar, böyle bir anlaşma yapılana kadar arama ve kurtarma hizmetlerinin kapsamlı koordinasyonu için çaba sarfedeceklerdir. Türkiye’nin bu hedefe yönelik müteaddit çağrılarına rağmen Ege’de böyle bir koordinasyon kurulamamıştır.
Ayrıca arama ve kurtarma sahalarında varılacak anlaşmanın uygulanabilir olması gerektiğinden açık denizlerdeki arama kurtarma sahalarıyla uyumlu olmalıdır. Uluslararası Sivil Havacılığa ilişkin Şikago Sözleşmesi’nin 12. Eki, deniz ve hava arama kurtarma sahalarının arasında net bir ayrım yapmakta ve açık denizlerde yürütülen arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde konunun deniz boyutu önceliğine vurgu yapmaktadır.
Türkiye kendi arama kurtarma sahasını (Search and Rescue Region–SRR) deklare etmiş, ilgili IMO Küresel SAR Planına kaydettirmiştir. Türkiye kendi bölgesinde, insan hayatını kurtarmaya yönelik arama ve kurtarma faaliyetlerini etkin biçimde sürdürmektedir.
Türk ve Yunan Arama Kurtarma Bölgeleri çakıştığından bu çakışan alanlarda gerçekleştirilen tüm arama kurtarma operasyonlarının 1979 Hamburg Sözleşmesi Madde 2.1.5’e uygun olarak eşgüdüm halinde düzenlenmesi gerekmektedir.
Yunanistan ile Türkiye arasında arama kurtarma bölgeleri hakkındaki uyuşmazlık temel olarak Yunanistan’ın konuya egemenlik meselesi olarak yaklaşmasından kaynaklanmaktadır. İnsan hayatını kurtarmaya yönelik olarak belirlenen arama kurtarma bölgeleri egemenlik alanları değil hizmet sahalarıdır.
http://www.mfa.gov.tr/baslica-ege-denizi-sorunlari.tr.mfaUste TC dis isleri bakanligi sitesinde belirtilmeyen daha genel aciklamayi da ekte paylasiyorum.
Geçtiğimiz günlerde tekrar gündeme gelen ve Yunanistan Başbakanı Çipras’ın Yunan Meclisine sunmayı planladığı, Ege’de karasularını Girit ile Mora arasından başlayıp, aşamalı olarak on iki mile çıkarma teşebbüsleri Türkiye’nin dikkatinden kaçmadı ve Türkiye’nin haklarını göz ününde bulundurmadan yapılacak tek taraflı bir tasarrufun asla kabul edilmeyeceğinin altı çizildi. Uzun yıllardır iki ülke arasında çözülemeyen başlıca sorunlardan biri olan Ege karasuları konusunu incelemeden önce, karasularının hukuki durumu ve tarihsel gelişimine değinmekte yarar var.
Karasularının hukuki niteliği ve tarihsel gelişimi
Bir devletin karasuları, o devletin kara ülkesi üzerinde sahip olduğu egemenlik yetkisinin karaya bitişik ve belirli bir genişlikteki deniz alanlarında devamı olarak özetlenebilir. Günümüzde karasuları, devletin ülkesel bütünlüğüne dahil kabul edilmekte, karasularının üzerindeki hava sahası ile deniz yatağı ve toprak altını da kapsamaktadır. Karadaki egemenlikten farklı olarak, karasularında yabancı gemilere zararsız geçiş hakkı tanınmıştır. Uluslararası bir teamül kuralı olan zararsız geçiş hakkı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır.
Tarihte devletlerin ülkelerini denizden gelebilecek tehlikelere karşı korumak amacıyla egemenlik yetkilerini denize doğru genişletmeleriyle doğan karasuları kavramının genişliği, 18. ve 19. yüzyılda, dönemin top menzili mesafesi göz önünde bulundurularak yaklaşık 3 deniz mili olarak uygulanmıştır. Ancak bu bağlayıcı bir kural haline gelmemiş, farklı uygulamalara da rastlanmıştır. 1930'larda başlayan karasularına uluslararası genel bir sınır getirme çabaları, ancak 1982’de imzalanan ve 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMHDS) ile sonuca bağlanabilmiştir. Fakat günümüzde hâlâ muhtelif genişlikte karasuları uygulamaları yaygınca görülmektedir.
Yunanistan’ın Ege karasularını genişletme çabaları
Ege’yi kendi iç denizi gibi görüp tek başına sahiplenmek istediği görülen Yunanistan, Türkiye’ye en yakın Yunan adalarından başlayıp, Yunanistan anakarasına kadar olan alanda kara ve deniz alanlarının tamamını kapsayan yekpare bir ülkesel bütünlük anlayışını Türkiye’ye dayatmak istemektedir.
Lozan antlaşmasında iki ülke karasularının genişliğine ilişkin açık bir düzenleme yoktur ve o tarihte bu konuda ciddi bir münakaşa yaşanmamıştır. Fakat antlaşmanın genel muhtevasından hareketle, 3 mil esasından etkilenildiği söylenebilir.
936’da Yunanistan tek taraflı olarak karasularını 6 mile çıkardığını ilan etmiştir. Bu tek taraflı tasarrufu kabul etmeyen ve Yunanistan’ı iki ülkenin menfaatlerini gözeten, dostane ve ortaklaşa bir çözüme davet eden Türkiye, Kıbrıs sorunun alevlenmesi ile 1964’te tek taraflı olarak kendi karasuları düzenlemesini hayata geçirmiştir.
1970’lerde aslen Ege kıta sahanlığı konusunda anlaşmazlıklar yaşayan iki ülke, karasularını 12 mile çıkarmaya izin veren 1982 BMDHS’nin imzalanması ve Yunanistan’ın bu sözleşmeyi imzalayıp karasularını 12 mile çıkarmak istemesi üzerine Ege’deki en ciddi sorunlarını bu konu etrafında yaşamaya başlamıştır.
Türkiye’nin yaklaşımı
Ege’de barışçıl, kalıcı ve adil bir çözüm için hakkaniyetin önemini, hakça bir paylaşımın gerekliliğini sürekli vurgulayan Türkiye, Ege’de tek taraflı değişikliklere sıcak bakmamaktadır. Ege’de tarihi sürece bakılacak olursa, Türkiye’nin daima mevcut statükoyu korumaya çalışan, Ege’de tansiyonu yükseltebilecek tek taraflı tasarruflardan kaçınan ve bunları kabul etmeyen bir duruş sergilediği aşikârdır. Buna karşın, 1930'lardan itibaren Ege’de egemenlik alanını Türkiye aleyhine genişletmeye çalışan hep Yunanistan olmuştur. Bu amaçla uluslararası hukuku keyfi şekilde araçsallaştırmaktan da çekinmemiştir.
BMDHS’nin getirdiği karasularında 12 deniz mili kuralına en başından beri karşı olan Türkiye, bu sözleşmeyi imzalamamış ve ısrarlı itirazcı olarak, oluşması muhtemel bir uluslararası teamül hukuku kuralına karşı da menfaatlerini güvenceye almıştır. BMHDS’nin imzalanmasına karşın 1982’de 2674 sayılı Karasuları Kanununu hazırlamış, genel kural olarak 6 mil karasuları genişliğini kabul etmiştir. İlgili denizin özelliklerine uygun olmak kaydıyla Bakanlar Kurulu bu sınırı yükseltmeye yetkili kılınmış ve bu minvalde Ege karasularımız 6, Akdeniz ve Karadeniz karasularımız 12 mil tayin edilmiştir.
BMHDS’nin 1994’te yürürlüğe girmesini müteakip, Yunanistan’ın 31 Mayıs 1995’te aldığı karasularını 6 milden 12 mile çıkarma kararına karşın Türkiye Ege’deki haklarını ve menfaatlerini sonuna kadar koruyacağını ilan eder nitelikte, Ege karasularını 12 mile çıkaran tek taraflı Yunan kararının uygulanmasını casus belli, yani savaş sebebi sayacağını 8 Haziran 1995 tarihli TBMM kararıyla açıkça belirtmiştir.Deniz mili uygulamasının hukuki niteliği
Gerçekten, Yunanistan BMDHS’ye taraf bir devlet olarak sözleşmenin verdiği karasularını 12 mile kadar çıkarma hakkına sahiptir. Uluslararası Hukuk, karasularının genişliğini belirlemeyi devletin tek taraflı olarak kullandığı egemenlik yetkisinin bir parçası olarak düzenlemiştir. Ne var ki bu işlemin diğer devletleri bağlayıcı olması için ilgili devletlerin bu tek taraflı tasarrufu kabul etmesi gerekir. Türkiye böyle bir değişikliği tanımadığını ve tanımayacağını en başından beri kararlı şekilde belirtmektedir.
Öte yandan, BMHDS’nin getirdiği 12 mil sınırı ancak sözleşmeye taraf devletler için bağlayıcıdır. Türkiye BMHDS’ye taraf değildir. 12 mil sınırı ne mevcut bir uluslararası teamül kuralından doğmuş ne de hâlihazırda bir teamül kuralı haline gelmiştir. Nitekim uluslararası uygulamada hâlâ muhtelif karasuları genişliklerine rastlanmaktadır. 12 mil karasuları uygulamasının bir teamül kuralı haline geldiği iddia edilse dahi, Türkiye BMHDS’nin müzakere sürecinden başlayarak, sürekli bu kurala karşı çıkmış ve uluslararası hukukta ‘ısrarlı itiraz’ olarak bilinen kurumun verdiği yetkiyle, gelecekte bu uygulamanın Uluslararası Teamül Hukukunun bir parçası haline gelmesi ihtimaline karşı da kendi menfaatlerini güvence altına almıştır. Dolayısıyla Türkiye’ye 12 mil karasuları genişliği dayatılması söz konusu olamaz. Nitekim 1951 tarihli İngiltere-Norveç Balıkçılık davasında Uluslararası Adalet Divanının ısrarlı itiraz kurumu hakkındaki görüşleri de Türkiye’yi destekler niteliktedir.
Unutulmaması gereken bir diğer husus da 12 mil karasuyu sınırının her zaman uygulanması gereken bir zorunluluk değil ancak aşılması yasaklanan azami bir sınır olduğudur.
Ege Denizinin özel durumu
BMHDS aslen okyanuslar temel alınarak hazırlanmış, genel düzenlemeler getiren bir sözleşmedir. Gerçekten de BMHDS’nin karasularının yanı sıra kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, bitişik bölge gibi deniz alanları için öngördüğü çok geniş alan sınırlamalarına bakılırsa bunların açık denizler için tasarlanmış kurallar olduğu görülür. Bu kuralların Ege Denizi gibi tarihte “Adalar Denizi” olarak bilinen, irili ufaklı yüzlerce adanın anakaraların içine kadar girdiği yarı kapalı denizlerde açık okyanuslardaki gibi uygulanması akla ve hakkaniyete uygun değildir. Ayrıca karasularının belirlenmesinde tek bir kural ya da sınırlama yerine birbiriyle yarışan ve birbirini tamamlayan pek çok kural ve uygulamanın var olduğu, bunların somut olayın gereklerine göre tatbik edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
BMHDS 122. Maddesi gereğince Ege yarı kapalı bir deniz kabul edilmektedir. Bu da 123. Maddede belirtilen yarı kapalı denizlere sahildar devletlerin tek taraflı işlemlerden kaçınıp iş birliği yapması gerekliliğini Yunanistan için bağlayıcı kılmaktadır.
BMHDS 70. Madde çerçevesinde, Ege Denizi özelinde, Türkiye coğrafi açıdan dezavantajlı ülke olarak nitelendirilmelidir. Jeoloji ve jeofizik açısından Türk anakarasının doğal uzantısı olan ve Türk kıta sahanlığında bulunan pek çok ada ve kayalık siyasi olarak Yunanistan’ın egemenliği altındadır. Bunlar, Anadolu sahilini kuzeyden güneye çevrelemektedir. Türk ve Yunan anakaralarının büyüklüğü, iki ülkenin Ege Denizi kıyılarında yaşayan nüfusları, Türk anakarasının Yunan ada ve kayalıklarına oranı gibi etkenler karasularından kıta sahanlığına, münhasır ekonomik bölgeye kadar bütün deniz alanlarının bölünmesinde hakkaniyete uygun, adil bir çözümü zorunlu kılmaktadır. Nitekim İngiltere ile Fransa arasında Manş Denizinin bölüşülmesine ilişkin yapılan tahkimde, Fransa anakarasına yakın ufak İngiliz adalarının hakkaniyet gereği Fransa anakarasına göre daha az etki doğurması kararlaştırılmıştır.
Ege karasularının 6’dan 12 mile çıkması halinde yaklaşık yüzde 40 olan Yunan karasuları yüzde 70'lere yükselecek, açık deniz oranı yüzde 50'lerden yüzde 20'lere düşecektir. Buna karşılık Türkiye’nin karasularında ciddi bir artış meydana gelmeyecektir. Daha önemlisi Ege’de Akdeniz ile olan açık deniz bağlantımız kopacak ve ülke güvenliği açısından tehlikeli sonuçlar doğacaktır. Diğer yandan, karasularının üzerindeki hava sahası da ülke egemenliğine dahil kabul edildiği için Ege’nin büyük bir kısmı Yunan hava sahasına dahil olacak, hâlihazırda devam eden FIR sorunları şiddetlenecektir.
Karasularının artması ihtimalinde Türk kıta sahanlığında bulunan pek çok bölge de zorunlu olarak Yunan hakimiyetine geçecek, mevcut Türk kıta sahanlığının yarısı el değiştirecektir.
Yunanistan’ın uluslararası hukuk ihlalleri
Yunanistan, Lozan ve 1947 Paris Antlaşmaları çerçevesinde silahsızlandırması gereken Doğu Ege Adaları ve On İki Adayı silahlandırmış, bu adalara çeşitli büyüklüklerde askeri üsler ve istihkamlar kurmuştur. Oysa ilgili antlaşmalar bu adalarda sadece güvenliği sağlamaya yetecek kadar kolluk kuvvetinin bulunmasına izin vermektedir. Yunanistan bu ihlallere gerekçe olarak antlaşmaların yapıldığı tarihlerdeki statükonun köklü biçimde değiştiğini, koşulların değişmesiyle antlaşmaların uygulanamaz hale gelmesini düzenleyen rebus sic stantibus ilkesi çerçevesinde artık bu yükümlülüklerle bağlı olmadığını iddia etmektedir. Böyle bir yorum Uluslararası Hukuk açısından hatalıdır. Yunanistan tek başına bu şartların değiştiğini ileri sürerek uluslararası sorumluluklarından kurtulamaz. Gerçekten de böyle bir yorum 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 62. Maddesine aykırıdır. Rebus sic stantibus ilkesinin doğru uygulaması, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı öncesi köklü şekilde değişen şartlara yönelik olarak 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesini değiştiren 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesinde olduğu gibi ilgili ülkelerin hak ve yükümlülükleri yeniden gözetilerek yapılmalıdır.
BMDHS’nin 300. Maddesi hakkın kötüye kullanılmasını men etmektedir. Buna göre sözleşmeden doğan haklar iyi niyet çerçevesinde kullanılmalı ve diğer devletlerin egemenlik alanlarını ve haklarını suistimal etmek için kullanılmamalıdır. Türkiye’nin açık denizlerle ve kıta sahanlığının büyük bir kısmıyla bağlantısının kesilmesine sebep olacak tek taraflı bir değişiklik bu kuralı ihlal edecektir.
Şüphe yok ki Yunanistan Ege karasularını 12 mile çıkarabilmek için Türkiye’ye garanti vermekte oldukça eli açık davranmaktadır. Nitekim sürekli olarak Türk ticaret ve savaş gemilerinin zararsız geçişten yararlanabileceğini, iki ülkenin dost ve NATO müttefiki olduğunu, Yunan karasularının 12 mile çıkmasının Türkiye’ye tehdit oluşturmadığını iddia etmektedir. Yunanistan’ın garantisini verdiği zararsız geçiş hakkı zaten Uluslararası Teamül Hukukunun bir parçasıdır ve istemese de katlanması gereken bir yükümlülüktür. İki ülkenin de NATO üyesi olması Türkiye’nin Ege’deki haklarından feragat etmesini gerektirmemektedir. Kaldı ki, Kıbrıs konusunda yaşanan gerginlikler, Ege’deki mevcut FIR ve arama kurtarma bölgeleri anlaşmazlıkları, 90'lı yıllarda PKK ve günümüzde FETÖ mensuplarına karşı Yunanistan’ın sergilediği duruş, Yunanistan’ın güvenilirliği konusunda soru işaretlerine yol açmaktadır.
Son dönemlerde Yunanistan’ın Doğu Akdeniz deniz alanlarının paylaşılması konusunda da GKRY, İsrail ve Mısırla ortak hareket ederek Türkiye’yi saf dışı bırakma çabaları da ayrı bir sorundur.
Hukuki oldubittilere müsaade edilemez
Karasularının ilk ve temel çıkış nedeni ülke güvenliğini denizden gelebilecek tehlikelere karşı korumaktır. Yunanistan’ın Ege karasularını 6 milden 12 mile çıkarması Türkiye için büyük dezavantajlar ve vahim sonuçlar doğuracak bir gelişmedir. Nitekim Türkiye bu konudaki sözünü en başta söylemiş ve böyle bir eylemi casus belli sayacağını ilan etmiştir. Bu derece radikal bir karar, hukuki olarak savaşta olup olmama durumunu Yunanistan’ın tek taraflı tasarrufuna bağladığı gerekçesiyle sorgulanabilirse de diplomatik olarak Türkiye’nin kararlılığını gösteren ve yirmi yılı aşkın süredir Yunanistan’ı dizginleyen başarılı bir adım olduğu kabul edilmelidir.
Deniz Hukuku, değişime açık yapısıyla Uluslararası Hukukun en dinamik alanlarından biridir. Nitekim yüz yıl gibi Uluslararası Hukuk kurallarının doğması açısından kısa sayılabilecek bir sürede, karasularına ek olarak bitişik bölge, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge gibi yeni alanlar doğmuş, değişmiş ve teamül hukukunun bir parçası haline gelmiştir. Deniz hukukunun bu dinamik yapısı daima göz önünde bulundurulmalı ve sadece şu anki mevcut hukuki yapıya göre değil, gelecekte doğabilecek yeni deniz alanlarına, mevcut alanlardaki hakların çoğalması ihtimaline göre siyasi ve diplomatik adımlar atılmalıdır. Ege’de kendi çıkarları aleyhine atılacak adımlara taviz vermeyeceğini kararlılıkla ifade eden Türkiye'nin başlıca hassasiyeti, iki ülkenin de hak sahibi olduğu Ege’de hukuki oldubittilere müsaade edilmemesidir.
https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/yunanistan-egede-oldubitti-pesinde/1316276