Bahsedilen bu yolla dünya deniz taşımacılığının %50'si, konteynır taşımacılığının %30'u gerçekleştiriliyor. Dünya ticaretinin %90'ının deniz yoluyla yapıldığı göz önüne alındığında bu yolun hem sömürgeci devletler, hem de bu güzergâhtan ticaret yapan bütün devletler için önemi daha da fazla ortaya çıkıyor. Alternatif olarak kullanılan bir başka deniz yolu ise Afrika'nın güneyindeki Ümit Burnu'ndan dolaşarak geçen yol. Ancak, bu yolun kullanılması hem zamanı hem maliyeti oldukça arttırıyor.
Bunun yanında Kızıldeniz'in Hint Okyanusu'na açıldığı Babu'l-Mendeb boğazına hakim konumuyla Yemen'de dünyanın önemli petrol sevkiyat güzergahlarından biri üzerinde yer alıyor. Dünyada tüketilen günlük petrolün %50'den fazlası, yaklaşık 45 milyon varil petrol, Ortadoğu ve çevresindeki önemli boğazlardan taşınıyor. Süveyş Kanalı yoluyla Kızıldeniz'den geçen bütün gemiler için Babu'l-Mendeb Boğazı tek alternatif durumunda. Yapılan araştırmalar, 2025 yılında ABD'nin, ihtiyacı olan petrolün %70'den fazlasını kendi toprakları dışından temin etmek zorunda olacağını gösteriyor. Buna Avrupa ve Çin'in petrol ihtiyacı da eklendiğinde Aden Körfezi'nin önemi bir kat daha artıyor.
Amerika hem geçen gemilerden haraç kesmek, hem de körfezler meselesini yeniden gündeme getirip bölgede İngiltere ve Fransa'nın düzenlediği antlaşmaları uluslararası mesele haline getirip yeniden düzenlemek, böylece menfaatine uygun bir hale getirmek için caba sarf etmektedir. Yani korsanlardan daha korsancı bir siyaset!
Bu konuda uluslararası çözüm arayışları sürerken Amerika önce korsanların eylemlerine karşı sükût etti daha sonra NATO gemilerini bölgede konuşlandırmaya başladı. 24 Ekim'de 2008 üç NATO savaş gemisi bölgede devriye görevi yapmaya başladı. Korsanlar hakkında uluslararası hukukta karışıklıklar bulunmasını fırsat bilen Amerika meseleyi BM'e taşımayı başarmıştır. Dikkat edilirse korsanların ilk icraatı Eylül ayında mürettebatı arasında 3 Rus vatandaşı bulunan Ukrayna bandıralı "Faina" adlı geminin Kenya'nın Mombasa limanına yaklaşırken korsanlar tarafından kaçırılması olmuştur. Gemide Kenya ordusu için 33 adet T-72 tankla birlikte füze rampaları, cephane ve yedek parçalar bulunmaktaydı.
Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Türkiye bölgeye Savaş gemileri sevketmiştir. AB, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya, Japonya, Hindistan ve Brezilya gibi dünyanın önemli politik ve ekonomik güç sahibi ülkelerinin çıkarları Afrika kıtasında çakışıyor. Her biri Afrika'nın kaynaklarını kullanmak, Afrika ülkelerinin ekonomilerinde önemli rol oynamak, bu ülkelerin politikalarını kendisine yakınlaştırmak ve gelişmelere müdahil olabilmek istemektedirler. Bölgede hakim olan güçler ise meselenin büyütülmesinden yana değillerdir.
Rusya'nın NATO daimi elçisi Dimitriy Rogozin NATO, AB veya diğer güçlerce düzenlenecek her tür operasyonun Rusya ile de koordine edilmesi gerektiğini belirtti. Rusya'ya ait savaş gemilerinin orada olması bölgede durumun tamamen ABD ve NATO kontrolünde olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Rusya cephesinden korsan saldırılarına yönelik yapılan değerlendirmeler NATO ve ABD'nin bölgeye yönelik planları ile bağlantı kurularak şüphe ile karşılanıyor.
Diğer yandan NATO'nun bölgeye gönderdiği gemiler ve taşıdıkları silahlar korsanlarla etkin mücadele etmek için yeterli olmadığından NATO gemilerinin orada bulunmalarının esas nedeninin bölgedeki durumu yakından görmek ve yakın zamanda kurulan USAFRICOM'un (USAFRICOM, Afrika'da sivil ve askeri operasyonlar düzenlemek amacıyla ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'un 2007 yılında kurduğu birimin adı olup, Afrika Birleşik Savaş Kumandanlığı (United States Africa Command (USAFRICOM) veya kısaca AFRICOM adıyla bilinmektedir. Önceleri Kuzey Afrika'nın bir kısmı Ortadoğu'ya bakan USCENTCOM'a bağlıyken kıtanın geri kalan kısmı Avrupa'dan sorumlu olan USEUCOM'a bağlı idi. Yeni bir yapılanmaya gitme kararı alan ABD Savunma Bakanlığı Afrika'nın tamamından sorumlu olacak bir kumandanlık kurma kararı aldı. Buna göre, sadece Mısır, Ortadoğu'da gelişmelere doğrudan taraf olması nedeniyle USCENTCOM'a bağlı kalmaya devam edecektir ve bunun dışında kalan tüm kıta USAFRICOM'un görev alanında olacaktır.
AFRICOM'un görevlerinden olarak Afrika kıtasında terörizm ile mücadele etmek, doğal kaynakları güvence altına almak, silahlı mücadeleleri ve insani krizleri kontrol altına almak. Henüz hiçbir Afrika ülkesi AFRICOM'un topraklarına yerleşmesine izin vermiş değil. Belirsizlik yüzünden AFRICOM'un merkezi şimdilik Almanya'nın Sututtgard şehrinde bulunuyor.) üstlenebileceği muhtemel yerleri araştırmak olduğu yorumları yapılıyor.
Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 16.12.2008 tarihinde aldığı 1851 sayılı Kararla, uluslararası meşruiyeti daha da kuvvetlendirilen korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun ile daha etkili uluslararası mücadele yapılabilmesi kapsamında, ABD öncülüğünde, 8/1/2009 tarihinde CTF-151 olarak adlandırılan bir Müşterek Görev Gücü'nün kurulması kararlaştırılmıştır.
Filistin'deki olaylar karşısında söylemlerden başka hiçbir karar alamayan İslam beldelerindeki karton devletçikler bölgelerinde cereyan eden bu olaylar karşısında siyasi uyanıklıktan çok uzak, sadece emir alan ve yeri geldiğinde gözünü kapatan bir yol izlemektedirler. Bazıları ise vahşi, sömürgeci korsan devletlerin yanında yer almak için çok hızlı hareket etmektedir. Bu noktada Türkiye devleti (korsanlar konusunda) meclisten tezkereyi hemen geçirip bölgeye yönelmiştir. Bu doğrultuda da yukarıdaki BM'ler kararana atıfta bulunarak Amerika'nın güdümünde bulunan, Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde seyreden ticari gemilere yönelik korsan saldırılarına karşı TCG Giresun Fırkateyni Aden Körfezi'nde görev yapan uluslararası deniz gücüne katılmak üzere Marmaris Aksaz'daki deniz üssünden yola çıkmasına karar vermiştir.
Şu bilinmelidir ki; İslam beldesine doğrudan saldırı niteliği taşıyan ve sömürü karakolları oluşturmak için harekete geçen kapitalist, devlet kılıfına bürünmüş, vahşi korsanlara dur denilmelidir. Buralar İslam beldeleridir ve Müslümanların kutsallarına en yakın yerlerdir. Müslüman orduları kafir korsanların yanında yer alacaklarına Osmanlı Hilafet devletinin yaptığı gibi hareket etmelidirler.
Portekizli Alfonso de Albuquerque'nın Mekke'ye girerek Müslümanların kıblesi Kabe'yi yıkma ve Medine'yi basarak Peygamberin mezarını tarumar edip Kudüs'ü ele geçirme plânı hazırlamıştı. Osmanlı denizcisi olan Selman Reis, bu saldırıyı püskürterek Portekizlilerin kutsal topraklara girmesine mani oldu.
Körfezin karşı tarafı Aden'i Osmanlılar 945 H (1538 M) yılında Hindistan'daki Portekizlilere karşı bir savaş sırasında fethetmişler ve burayı bir sancak merkezi yapmışlardır. Daha sonra Osmanlı Hilafet devleti özellikle okyanustaki batılı güçlerin egemenlik mücadelesinde, gerek kendi coğrafyasını, gerek Hint Okyanusu civarındaki ve gerekse de Hac yolunu ve kutsal toprakların güvenliğini sağlama adına Süveyş, Cidde, Basra, Moha ve Aden'de donanma bulundurmaya başladı.
Ayrıca Somali, ilk hicret toprağıdır. Bilindiği üzere mü'minler Mekke'de müşriklerin şiddetli zulümlerine maruz kaldıklarında Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem sahabelerine âdil bir hükümdarın hâkim olduğu Habeşistan ülkesine hicret etmelerini tavsiye etmişti. Rivayete göre; bu ülkeye hicret edenler de bugün Kuzey Somali'nin Cibuti sınırı yakınında, Aden Körfezi'nin Kızıldeniz'e açıldığı Mendeb boğazının karşısında yer alan Zeyla şehrine çıkmışlardı. Somali'nin önemli bir liman şehri olan bu şehir günümüz haritalarında Saylac veya Seylac adıyla geçmektedir. Somali ve dolayısıyla Zeyla şehri o zaman Habeşistan Krallığı'nın hâkimiyeti altındaydı.
Bu hicret sebebiyle Somali halkı Medine halkından önce İslâm'la tanışmıştır. Dolayısıyla bu bölgeler hicret eden ilk muhacirlerin ayak bastığı yerlerdir. İlk muhacirler, Yüce Allah'ın lütfettiği bir bereketle sadece Mekke'deki şirk zulmünden uzaklaşmış olmadı, aynı zamanda gittikleri bu bölgelerde İslam dininin tebliğini yaparak Afrika'ya İslâm tohumlarının atılmasına vesile olmuşlardır. Onların tebliğleri neticesi Somali halkı arasında İslâm hızlı bir şekilde yayıldı, oradan da diğer Afrika ülkelerine doğru yayılmaya başladı.
Aden'i bağrında barındıran Yemen'de İslamiyet'in yayılması, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem hayattayken olmuştur. Yemen Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in İslam Devletini ilk kurduğu dönemlerde, İran'ın kontrolündeydi ve İran tarafından görevlendirilen Bâzân adlı bir vali tarafından yönetiliyordu. Bazan, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in elçilerinin daveti üzerine Müslüman olmuş ve Yemen valisi olarak görevine devam etmiştir. Pek çok ülkenin hüküm sürdüğü bu topraklar 1517' den sonra Osmanlıların kontrolü altına girdi.
Hilafetin yıkılmasından sonra Yemen-Aden 1990 yılına kadar İngiltere'nin ve Rusya'nın sömürgesi olmuştur. Yemen'de halen İngiliz ve Rus askeri üsleri mevcuttur.
İslam beldelerindeki enerji kaynaklarına göz diken, kilometrelerce uzaklardan gelerek hakimiyet kurmak isteyen çağdaş, modern korsanlar bölgenin bu denli önemli olduğunu kavrarken İslam beldelerindeki gözü kör idareciler acaba ne işle meşgullerdir?!
Askeri açıdan stratejik değeri her gün bir kat daha artan körfezler üzerinde kıran kırana mücadele verilirken Müslüman ordular kuytu köşelerde acaba neyi beklemektedirler?!
Ya Müslümanlar!
Liderlerini ve askerlerini harekete geçirmek için neden hala susarlar. Yoksa esaret zincirinin boyunlarda asılı kalması bir hak olarak mı algılandı?!
"Hayır" diyorsanız; buyurun, sizi sadece bölgenin değil dünyanın efendisi yapacak Hilafet Devletini yeniden kurmaya...
Kaynak..Sayın Mahmut Gıtal